Medya özgürlüğünün temel ilkeleri olan ifade özgürlüğü, bağımsızlık ve çoğulculuk gibi konularda, Türkiye’nin karnesi son yıllarda zayıflarla dolu.
Dünyada en fazla gazetecinin hapiste tutulduğu ülke ünvanıyla, hemen her uluslararası rapor ya da etkinlikte, Türkiye, başrolde.
Ama acı gerçek, Türkiye’nin bu alanda yalnız olmadığı. Değişen oranlarda, dünyanın hemen her ülkesinde gazetecilik saldırıların hedefi durumunda.
Bu hafta Birleşmiş Milletler’in Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO’nun ‘İfade Özgürlüğü ve Medya Alanında Dünya Çapında Eğilimler’ konulu raporu yayınlandı.
Raporda, medya açısından benzerine rastlanmamış ölçüde olumsuz gelişmeler ve sonuçlar biraraya gelmiş.
Dijital çağ, bilgiye erişimi on yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz boyutlarda kolaylaştırmasına rağmen, vatandaşların güvenilir haber alması da, gazetecinin doğru haber ve bilgi yayması da, aynı hızda zorlaşıyor.
UNESCO raporunda medya özgürlüğü, çoğulculuk, bağımsızlık ve gazetecilerin güvenliği başlıkları altında küresel eğilimler değerlendiriliyor.
Meyda özgürlüğü , siyaset, teknoloji ve ekonomide tanık olunan hızlı değişimler kadar, siyasetteki yeni tür popülizmden de olumsuz etkileniyor.
Medyada çoğulculuk, geleneksel ve yeni medyadaki çeşitlilik gözönünde tutulduğunda, hiç de beklendiği gibi değil. Çokseslilikten ziyade bir kakafoniyi, dar bir görüş açısının hakim olduğu, herkesin duymak istediğini okuyup dinlediği yankı odalarını andırıyor. Kutuplaşmayı azaltmak yerine artırıyor.
Dünyanın hemen her yerinde, medyaya güven azalıyor. Yalan haberlerin yaygınlaşması, medyanın saygınlığını sarsmakla kalmıyor, bağımsızlığına da zarar veriyor.
Medya sektöründe alışılmış modeller işlemez hale geldikçe, tirajlar düşüyor, izlenilme oranları azalıyor. Medya kuruluşları, ayakta kalabilmek için hükümetlere ya da zengin işadamlarına bağımlı hale geliyor. Aynı mali baskıları hissetmeyen internet medyasının akibeti ise, bir kalemde site kapatabilen hatta interneti tümden engelleyebilen hükümetlerin yaklaşımına bağlı.
Daha da endişe veren eğilim, gazetecilere yönelik şiddetin artması. UNESCO raporunda, 2012 ve 2016 yılları arasında 530 gazetecinin öldürüldüğü belirtiliyor. Bu, hafta başına ortalama iki gazeteci cinayeti anlamına geliyor. Bazı ülkelerde gazetecilerin kaçırılması, keyfi tutuklanmalar ve işkence olağan olaylar haline gelmiş durumda. Gazetecilerin öldürüldüğü ülkelerde, suçlar, çoğu zaman cezasız kalıyor.
Asya, Orta Doğu, Afrika ve Latin Amerika’da gazetecilere yönelik saldırılar ve baskılar son derece yaygınken, Avrupa medya çalışanları için en emniyetli çalışma alanıydı.
Malta’lı araştırmacı gazeteci Daphne Caruana Galizia’nın geçen ay evinin önünde öldürülmesiyle, tehdit algısı, Avrupa’da da değişti.
Gazetecilere yönelik fiziki saldırılar, Avrupa’da hala çok nadir karşılaşılan olaylar ancak medya özgürlüğüne yönelik tehditler, Avrupa’nın -birkaç istisna dışında- pek çok ülkesinde de hissedilmeye başlandı.
Sözgelimi İngiltere’de Kişisel Verileri Koruma Kanununda yapılması öngörülen değişiklikler, basin özgürlüğü açısından tartışma yaratıyor.
Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü RSF, Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump’ın seçim kampanyası, İngiltere’de de Avrupa Birliği’nden çıkışın onaylandığı halk oylaması kampanyası sırasında, ortamı ‘zehirli’ diye tanımlamıştı. Her iki ülke de RSF’in bu yılki medya özgürlükleri endeksinde ikişer puan alta düştüler.
Gene de Avrupa’da medya açısından umut ışıkları varlığını koruyor.
Olağanüstü Hal koşullarında medya özgürlükleri açısından geri adım atmakla suçlanan Fransa’da, 7 Kasım tarihinde Paris’te bir mahkeme, iki Fransız gazeteci, Elise Lucet and Laurent Richard hakkında Azerbaycan hükümeti tarafından açılan hakaret davasında gazeteciler lehinde karar alarak, Azerbaycan’ın sansür sınırlarını Avrupa’ya taşımasını engelledi.
İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson da, geçtiğimiz günlerde bakanlığının dünya çapında basın özgürlüğünün desteklenmesi amacıyla 1 milyon sterlinlik fon ayırdığını açıkladı. İngiltere’de gazeteciler, ‘geç ve az da olsa’ bunu doğru yönde atılmış bir adım olarak alkışladılar.
Gene geçtiğimiz günlerde Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü ve Freedom Voices Network tarafından, öldürülen ya da hapse atılan gazetecilerin yarım kalan çalışmalarının tamamlanması amacıyla Forbidden Stories adlı yeni bir program başlatıldı.
Avrupa Konseyi’nin 12 güvenilir medya özgürlük savunucusu kuruluşla birlikte yürüttüğü erken uyarı platformu gazeteciler ya da medya kuruluşlarına yönelik tehditler karşısında derhal harekete geçilmesini sağlıyor.
Gazeteciler dünyanın her yerinde baskı görüyor, tehlikelerle yaşıyor. Ancak kendilerini korumanın ve sansürle başetmenin yollarını da bulup kullanmaktan geri durmuyorlar.
Dayanışma içindeki araştırmacı gazetecilerin ne kadar güçlü ve etkili olabildiğinin en son örneği, bu hafta tanık olduğumuz ‘Cennet Belgeleri’ diye bilinen “The Paradise Papers” projesiydi. International Consortium of Investigative Journalists ya da Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Birliği tarafından incelenip yayınlanan belgeler, maliye, vergi yükümlülükleri ve şeffaf olmayan sistemler konusunda küresel düzeyde yoğun bir tartışma başlattı, pek çok ülkede gündemi değiştirdi.
Daha da önemlisi, gazeteciliğin, bütün tehditlere ve baskılara rağmen, hala ayakta ve hayatta olduğunu kanıtladı.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın