Parlamento seçim kampanyasının son iki haftasında, medya kuruluşları ve gazetecilere yönelik baskılar, eşine rastlanmamış boyutlara ulaştı.
Partizan çıkarlara hizmet eden baskıcı yasal girişimlere ve keyfi uygulamalara ek olarak, hükümet partisinden politikacılar şimdi de bizzat seçim meydanlarından medya patronları ve gazetecilere doğrudan hitap etmeye başladılar.
Alışılageldiği üzere, bağımsız medyanın üzerine yürüyenlerin başını, Anayasa’nın tarafsız ve partilerüstü olmasını öngördüğü cumhurbaşkanı çekiyor. Hürriyet gazetesinde, Mısır’da, halkın yüzde 52’sinin oyuyla iktidara gelen devrik başkanı Mursi’ye verilen idam cezasını duyuran bir başlığı, kendisine yönelik üstü kapalı bir mesaj gibi algılayan cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, gazeteyi ve Doğan Medya grubunu sözlü saldırıların hedefine oturttu.
Başbakan Ahmet Davutoğlu da ondan geri kalmadı. Ülke içinde ve dışında kötü niyetli hesaplar yapıldığını, hatta uluslararası medyanın tamamının hükümete karşı harekete geçirildiğini iddia etti.
Ama kimse, Cumhurbaşkanının başdanışmanı Yiğit Bulut’un eline su dökemezdi. Kamu televizyonu TRT’te canlı yayınlanan bir programda herkesi ayağını denk almaya çağıran Bulut, çıtayı iyice yükseltti ve “İki silahım yüzlerce mermim var, ben ölmeden Erdoğan’a kimse dokunamaz!” dedi.
Cumhurbaşkanına açık mektup yayınlayan Hürriye gazetesi ise sordu:
“Sayın Cumhurbaşkanı. Bizden ne istiyorsunuz? Apaçık haksızlıklarla, apaçık çarpıtmalarla, apaçık zorlamalarla, niyet okumalarla neden bize saldırıyorsunuz? Bizi neden hedef gösteriyorsunuz? Ne istiyorsunuz bizden?”
Son günlerde basına karşı hakaret davalarında ve suç duyurularında gözle görülür bir artış var. Taraf gazetesine göre Cumhurbaşkanı, içinde “saray” sözcüğü geçen hemen hemen her haber için suç duyurusunda bulunmaya başladı. Seçim kampanyalarında medyanın izlemesi gereken hakkaniyet, tarafsızlık ve doğru haber gibi evrensel kurallara uyulup uyulmadığı konusu ise mahkemeler ve düzenleyici kurumlar açısından anlaşılan öncelikli konular değil Türkiye’de. AKP yanlısı medyanın partisan yayınlarını dizginlemeye çalışanına rastlanmıyor.
Sözlü ve yasal baskıların yeterli olmadığı yerde, medyayı sindirecek başka yöntemlere başvuruluyor.
Avrupa Parlamentosunda Yeşiller Grubunun eş başkanı Rebecca Harms’ın “adaletin partizanca ve seçici olarak uygulanmaya başlandığı tehlikeli gidişat” diye tanımladığı son gelişme, Ankara Başsavcılığının, Ulaştırma Bakanlığı bünyesindeki TÜRKSAT’tan Gülen cemaatine yakın yayın organları ve kanalların Türksat uydusundan yaptıkları yayınlara engel olunması talebiydi. Hükümet yanlısı medya haberi, ‘Paralel medya için geri sayımın başlangıcı’ diye duyurdu.
Uluslararası Basın Enstitüsü, ülkenin genel seçime gittiği bir dönemde hükümeti eleştiren medyaya uydu erişiminin engellenmesini sansür olarak niteledi. Türkiye’deki Gazetecilere Özgürlük Platformu GÖP ise, başvuruyu Anayasaya aykırı bir girişim olarak kınadı.
Benim de üyesi olduğum İngiltere’deki Ulusal Gazeteciler Sendikası NUJ, girişimi demokrasiye, kamunun bilgilenme hakkına vurulmuş ciddi bir darbe ve kaba bir devlet sansürü olarak protesto etti.
Avrupa Gazeteciler Platformu ise, konuyu, Avrupa Konseyi bünyesinde geçtiğimiz haftalarda faaliyete geçen ve gazetecilerin haklarının ve güvenliğinin korunması için erken uyarı sistemleri içeren Platforma taşıyor.
Türkiye’de temel hak ve özgürlüklere yönelik ardı arkası gelmeyen bu saldırıları durdurmak için uluslararası kuruluşların atabileceği adımlar sınırlı. Asıl fark yaratacak, bu gidişe dur diyecek olan tek şey, 7 Haziran’da sandıktan bir siyasi yön değişiminin çıkması.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın