Türkiye, çalkantılı bir haftayı daha geride bıraktı.
Ülkenin batısı, şiddetli bir depremle sarsılırken, başkent koridorlarında da bir başka türden sarsıntı yaşandı.
Ege kıyılarındaki 6,7 büyüklüğündeki deprem, çok şükür, can kaybı ve büyük bir hasara yol açmadı ama hafta içinde giderek büyüyen iki diplomatik kriz, dış ilişkilerde derin çatlaklar yaratmaya aday.
Almanya ile aylardır yaşanan gerginlik ve söz düellosu sonunda, her iki tarafın da ihtiyatı bir kenara bıraktığı derin bir krize evrildi.
Almanya, Türkiye ile diplomatik ve ekonomik ilişkilerin yeni baştan gözden geçirileceğinden sözederken, Türkiye, durumu, ‘seçim öncesi popülist siyasi söylemler’ olarak geçiştirmeye çalıştıysa da, gerginliğin kısa sürede atlatılamayacağı ortada.
Almanya hükümetinin Türkiye’deki insan hakları ihlalleri konusunda gecikerek de olsa gösterdiği hassasiyetin, gelecek hafta 17 Cumhuriyet gazetesi çalışanının duruşması başladığında daha da artması kaçınılmaz.
İki ülke arasındaki gerginlik, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki uçurumu da hızla derinleştiriyor. Türkiye’nin Avrupa standartlarından giderek uzaklaştığını ifade eden sadece Genişlemeden Sorumlu Komiser Johannes Hahn da değil. Kamuoyu önünde Türkiye’ye eleştiri yöneltmekten dikkatle uzak durmasıyla tanınan İngiltere hükümeti bile, son haftalarda insan hakları savunucularının gözaltına alınması ardından sessizliğini bozdu.
Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin, içte ya da dışta, ne zaman başı sıkışsa, gündemi değiştirmek ve İslamcı-milliyetçi kesimi harekete geçirmek için başvurduğu en etkili yöntem, İsrail’e karşı sesini yükseltmek olmuştur. Bu defa, fazla uğraşmasına gerek kalmadan, İsrail’in Harem-i Şerif’teki son güvenlik uygulamalarının yarattığı öfke, tam zamanında imdadına yetişti. Dikkatleri, Almanya ve Avrupa’dan, yaklaşan davalardan uzaklaştırarak, hükümete nefes aldırdıysa da, gelecek günlerde daha ciddi başağrılarına yol açabileceği de unutulmamalı.
Aşırı sağcı, siyasi İslamcı unsurların, hükümet yanlısı medyanın da kışkırtmasıyla, İsrail’e karşı protesto kisvesi altında, sinagoglara yönelik Yahudi karşıtı, ırkçı saldırı ve tehditleri, Olağanüstü Hal koşulları altında kimseye kuş uçurtmayan idarenin, her nasılsa sınırsız hoşgörüsüyle karşılandı. Bu, sadece sayıları her geçen gün azalan Türkiye’li Yahudi toplumu değil, ülkenin aklı başında her bireyini ciddi şekilde endişelendirdi.
İnsan hakları alanında gerileme, nasıl eninde sonunda diplomatik sorunlara yol açıyorsa, kurumların sistemli olarak yıpratılması da, devletin ortak aklını ve sağduyusunu yitirmesi sonucunu doğuruyor.
İyi yönetim, uluslararası ilişkilerde ileriyi görme ve basiret kadar, ülke idaresinde de atılan her adımın toplumsal ve siyasal sonuçlarını önceden hesaplayabilmeyi gerektiriyor.
This post is also available in: İngilizce
Engin Erdogan says
Lozan antlasmasinin 94. yildonumu bazi kisiler tarafindan kutlanirken ve bu antlasmanin Turkiyenin tapusu olarak kabul edildigi ortamda Egede Yunanistan tarafindan isgal edilmis 18 adalarin nasil geri alinabilecegine dair henuz herhangi bir fikir ve goruse rastlamis degilim. Sizin bu konuda bir fikriniz varmi? Durum boyle iken Lozani kutlaminin bir anlami varmi? Kolay gelsin.