İngiliz The Times gazetesi, baş makalesinde Amerika Birleşik Devletleri başkanı Obama’nın IŞİD’in yarattığı tehlikeye tepkisini ‘doğru’ buluyor ve ekliyor: “Bu akıllı bir savaş olmak zorunda. Modern zamanların savaşı, iyi yürütülmeli, iyi yönetilmeli”.
IŞİD tehlikesinin, sadece altüst etmeyi başardığı bölge ülkeleriyle sınırlı olmadığı açık. Acilen ve etkili bir şekilde karşı konması gereken bir tehdit olduğuna kuşku yok.
15 Eylül Pazartesi günü Fransa’nın evsahipliği ettiği uluslararası konferans, IŞİD’e karşı mücadelenin eşgüdümü açısından faydalı bir adım olabilir. Ama asıl, 24 Eylül’de Başkan Obama’nın önderliğinde New York’ta biraraya gelecek olan uluslararası ve bölgesel liderler doruğu ardından bu eşgüdümün ne ölçüde sağlanabileceğini göreceğiz.
Ama şimdiki haliyle İŞİD’e karşı başlatılan savaş, ‘akıllı’ olmaktan çok uzak.
Obama’nın ilan ettiği, IŞİD’e ucu açık bir hava saldırısı kampanyası , Irak’ta yeni oluşturulan hükümet tarafından memnuniyetle karşılandı. Başbakan yardımcılarından Kürt politikacı Hoşyar Zebari, IŞİD’I ‘herkes için ölümcül tehdit’ diye niteliyor ve hareketsiz kalınamayacağını söylüyor.
IŞİD’le Suriye toprakları üzerinde savaşmak ise, tamamen farklı bir konu. Suriye hükümeti, kendi toprakları üzerinde yapılacak herhangi bir saldırıyı, egemenlik haklarının ihlal edilmesi olarak algılayacağını açıkladı. İran ve Rusya da bunu uluslararası hukukun çiğnenmesi olarak görüyor.
Oysa Rusya’nın IŞİD’in büyümesi konusunda en az Amerika Birleşik Devletleri kadar endişe duyması lazım. Çinkü, Kuzey Kafkaslarda, özellikle de Çeçenistan’da İslamcı radikalizmin yayılması tehlikesiyle karşı karşıya. Ama Ukrayna üzerindeki anlaşmazlığından ötürü Batıyla giriştiği münakaşada, Rusya’nın BirleşmişMilletler Güvenlik Konseyinde ya da Orta Doğu’da Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki ittifakla işbirliği yapacağına ihtimal verilmiyor.
Almanya da Suriye’de hava saldırıları gerçekleştirmenin yasal ve askeri soruları beraberinde getireceği görüşünde.
İngiltere’ye gelince.. Dışişleri bakanı Phillip Hammond ile başbakan David Cameron’un durumu tamamen farklı okudukları gözleniyor. Hammond’un Berlin’de yaptığı ‘Suriye’de gerçekleşecek bombardımanlara İngiltere’nin katılmasının mümkün olmadığı’ açıklamasına , başbakan Cameron’un sözcüsünden hemen düzeltme geldi. Cameron’un hiç bir olasılığı dışlamadığı belirtildi.
Amerika Birleşik Devletleri dışişleri bakanı John Kerry, Perşembe günü Cidde’de Arap müteffiklerini biraraya getirmeyi başardı. Bir gün sonra, Cuma günü ise Ankara’da, Türkiye’nin bu tablodaki yerini anlatmaya çalıştı.
Ankara’daki kaynaklar, kapalı kapılar ardında açıksözlü bir müzakere gerçekleştiğini teyid ediyorlar. Asıl endişe konusunun ise Türkiye’nin Suriye ile olan sınırında hala gerektiği gibi yapılamayan denetim ve artık varlığını kimsenin yadsıyamadığı Türkiye’deki İslamcı radikal unsurlar olduğu anlaşılıyor.
John Kerry, Türkiye’nin hassasiyetlerinin farkında olduğunu söylerken, üstü kapalı şekilde IŞİD tarafından rehin tutulan 49 Türkiye vatandaşının Ankara’nın ittifaka katılımındaki isteksizliğin nedeni olduğuna dikkat çekiyordu. Ama Kerry, ‘Türkiye bu çabaların içinde ve üstüne düşeni yapıyor’ demekten de geri kalmadı.
Kamplarında , şehir ve kasabalarında bir milyondan fazla mülteciye ev sahipliği eden, Suriye’nin en sıcak kuzey bölgeleriyle 900 km, Irak’la da 352 kilometre sınırı olan Türkiye, tabii ki tamamen angaje. Üstelik cephenin en önünde. Ama, IŞID bağlantılı angajmanı, sadece coğrafi konumuyla sınırlı değil.
Kısa süre öncesine kadar Amerika Birleşik Devletlerinin Ankara’daki büyükelçisi olan Francis Ricciardone’nin Perşembe günü düşünce kuruluşu The Atlantic Council’da yaptığı konuşmada sözünü ettiği Türkiye’nin Suriye’deki radikal gruplara yardımları konusundaki ayrıntılar, durumu aydınlatmaya yetmiyorsa, Newsweek dergisinin son sayısındaki özel habere bakmanızı öneririm. Son zamanlarda bir dizi sarsıcı araştırmacı habercilik örneğine imza atan Alev Scott ve Alexander Christie-Miller, IŞİD’in İstanbul’un bazı semtlerinde nasıl sempatizan ve savaşçı topladığını titiz bir çalışmanın sonucunda açıkça ortaya koyuyor.
Obama yönetimi, şimdilik Türkiye’ye karşı diplomatik bir nezaketle yaklaşmayı tercih ediyor. Ama Vaşington’da diğer bazı kesimlerde duyulan öfkeyi gizlemek her zaman mümkün olamayabiliyor. Üstelik Türkiye’ye karşı duyulan tepki, sadece Suriye’deki İslamcılara verilen destekle sınırlı da değil. Türkiye’nin Filistinli Hamas örgütüne verdiği açık destek bir diğer huzursuzluk nedeni. 9 Eylül’de Amerikan Kongresinde Türkiye’ye yönelik eleştiriler, bugüne dek tanık olunanlar arasında belki de en sertiydi.
Tartışmalı rejimlerle stratejik bağları korumaya çalışırken, Amerikan kamuoyunun hissettiği meşru endişeleri görmezden gelir görünmemek, Başkan Obama açısından giderek zorlaşan bir ip cambazlığını gerektiriyor. Pew Research Center tarafından geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen bir kamuoyu araştırması her on Amerikalıdan altısının (%62) dünya çapında İslami radikalizmin artışından çok endişe duyduğunu, yüzde 53’ünün ise Amerika Birleşki Devletlerinde İslamcı akımların büyüyebileceğinden korktuğunu ortaya koyuyor. Araştırma aynı zamanda, kamuoyunda hükümetin terörizmle mücadele yöntemlerinden duyulan memnuniyette de kayda değer azalma olduğunu gösteriyor.
Madalyonun bir diğer yüzü ise, Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde batı karşıtlığının büyümesi. Türkiye’de, Yahudi düşmanlığıyla da birleşen bu eğilim, son yıllarda iyiden iyiye belirginleşti. Hatta o kadar bariz hale geldi ki, geçen hafta Galler’deki NATO zirvesindeki bir saatlik Obama-Erdoğan görüşmesi ardından Beyaz Saray tarafından yayınlanan kısa açıklamaya şu cümle kondu: “ Başkan Obama ve cumhurbaşkanı Erdoğan, anti-Semitizm sorunuyla mücadele etmenin ve hoşgörülü, kapsayıcı bir toplum yaratmanın önemini de tartıştılar’.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın