Nelson Mandela’nın adı pek çok kişi için cesaret, sabır, uzlaşma ve barışma kavramlarıyla özdeş. Ben ise, onu herşeyden çok vakur, dürüst, alçak gönüllü ve dayanıklı bir insan olarak hatırlayacağım.
Güney Afrika Cumhuriyetinin özgürlük mücadelesinde devleşen lideri, dünyanın dört bir yanında eşit haklar ve barış için mücadele eden herkese ilham kaynağı oldu.
95 yaşında ölümü, kendi ülkesinin sınırlarını aşıp, World Crunch’ın derlemesinde de görülebileceği gibi, hemen her ülkede gazete manşetlerine konu oldu.
Türkiye’de ise medya, bir kez daha, dünyayı sarsan bir haberi büyük ölçüde görmezden geldi, Mandela’nın ölümü diğer ülkelerden farklı olarak gazetelerin birinci sayfafalarını doldurmadı.
Bazı istisnalar dışında, hem yazılı basında hem de sosyal medyada daha çok Mandela’nın 1992 yılında Türkiye hükümeti tarafından verilen Atatürk ödülünü geri çevirmesine atıfta bulunuldu.
O günlerde Türk basınında Mandela hakkında hakarete varan sert eleştiriler dile getirilmişti. Belki de içlerinden en yüz kızartıcı olanı Hürriyet gazetesinin ‘Çirkin Afrikalı’ manşetiydi.
Afrika Ulusal Kongresi 12 Mayıs 1992’de bir yazılı açıklama yayınladı ve Nelson Mandela’nın bütün hayatı boyunca demokrasi, insan hakları ve özgürlükler için mücadele ettiğini hatırlattı. Mandela, kendisinden once 1982 askeri darbesinin lideri, Devlet başkanı General Kenan Evren’e de verilen ödülü istemiyordu. Açıklamada, ‘Afrika Ulusal Kongresinin bu duruşu, modern Türkiye’nin reformcu ve kurucu lideri Kemal Atatürk’e yönelik herhangi bir olumsuz tavır içermemektedir’ deniyordu.
O sıralarda, Mandela’nın, Turgut Özal hükümetinin yaptırımları gözardı ederek Güney Afrika’yla ticari ilişkiler geliştirmeye çalışmasından dolayı hoşnutsuz olduğu da biliniyordu.
Güney Afrika’da ırk ayrımı rejimine karşı verilen mücadeleye sempatiyle yaklaşmayan tek ülke de Türkiye değildi.
İngiltere başbakanı Margaret Thatcher, 1987 yılında Afrika Ulusal Kongresinden terrorist örgüt diye sözediyor ve ‘onların Güney Afrika’da hükümet idare edeceklerini düşünenler hayal dünyasında yaşıyor’ diyordu.
‘Teröristle konuşulmaz’ diyen Margaret Thatcher, uzun yıllar beyaz Güney Afrika rejimine uygulanan uluslararası yaptırımları desteklemedi.
Fakat şimdi anlaşılıyor ki, İngiltere başbakanına bu söylemini yumuşatması için telkinde bulunan, bir başka deneyimli devlet kadını, İngiltere’nin ve İngiliz Uluslar Topluluğunun başı, Kraliçe II. Elizabeth oldu.
Aslında Thacther, Mandela’nın serbest bırakılması için hiç çaba göstermedi de değil. Mandela hapisten çıktıktan sonra ve cumhurbaşkanı seçilmesini izleyen yıllarda İngiltere’de defalarca saygıyla karşılandı.
Mandela’nın ölümü ardından konuşan İngiltere’nin Güney Afrika’da görev yapmış eski büyükelçilerinden Lord Renwick’in de bizlere tekrar hatırlattığı gibi, özgürlüğüne kavuşmasından kısa süre sonra 1990 yılında Mandela, başbakanlık konutu Downing Street 10 numarada Thatcher ile görüşmeye geldi. Toplantı o kadar uzadı ki, kapının önünde bekleşen gazeteciler, zamanın gözde şarkısı Nelson Mandela’yı Serbest Bırakın – Free Nelson Mandela’ yı söylemeye başladılar.
Margaret Thatcher’ın Muhafazakar Partisi, Mandela’ya yönelik tutumunu zamanla değiştirdi. 12 yıl sonra David Cameron, partisinin Afrika Ulusal Kongresine bakışının yanlış olduğunu itiraf etti.
Bugün İngiltere’de, Nelson Mandela’nın anısına bayraklar yarıya indi, Avam Kamarası da bugüne dek eşine rastlanmamış bir anma oturumu yapmaya hazırlanıyor.
Ölümü ardından siyasetçiler, ünlüler, yazarlar, gazeteciler Mandela’yla ilgili pek çok şey söylediler. Beni en çok etkileyen ise, iki yakın dostum ve meslektaşımın kişisel gözlemleri ve anıları oldu.
İlki, BBC’den eski meslektaşım ve arkadaşım Emily Kasriel’in Huffington Post’ta yayınladığı anısı. Bu blog yazısına da Emily’nin Mandela’yla sözkonusu gün çekilmiş fotoğrafı , nazik izniyle eşlik ediyor.
Güney Afrika’ya BBC muhabiri olarak giden Emily, rejim değişikliği ardından Güney Afrika Ordusuna katılan ancak entegrasyonda sıkıntı çeken öfkeli bir grup siyah askerin cumhurbaşkanı Mandela’ya meydan okumaya hazırlandığı bir ortamda bulur kendisini. Bir süre sonra Mandela’nın helikopteri yanlarına iner ve kalabalığa hitaben bir konuşma yapması beklenen Mandela, hiç duraksamadan gergin kalabalığın içine yürür. Askerlerle tek tek konuşur, nereli olduklarını sorar, sohbet eder . Emily, daha sonra olanları şöyle anlatıyor:
‘Taa ki, yaşamlarıyla iligili ayrıntıları öğrendi, kendi insancıl yaklaşımını ve sempatisini onlara hissetirdi, işte o zaman kürsüye çıkıp kalabalığa hitabetmeye başladı. Onlara Güney Afrika’da tek bir ordu kurmanın önemini anlattı, sabır ve disiplinin ne kadar hayati olduğunu vurguladı. O konuşurken, askerler dikkatle dinliyordu. Bitirdiği zaman sakin, huzurlu ve tatmin olmuş bir halde kışlalarına geri döndüler’.
İkinci kişisel gözlem, Financial Times gazetesinin eski editor ve dış muhabirlerinden David Lennon ve eşi Vicky’e ait.
David ve Vicky, Güney Afrika’da 1994 seçimleri öncesi Nelson Mandela’nın yaptığı konuşmayı hatırladıkları ve ölümünden hemen sonra bana gönderdikleri notta , Mandela’nın günümüz dünyasına bıraktığı en büyük mirası ‘düşmanlarını affedebilme büyüklüğünü göstermesi’ olarak tanımlıyorlar ve ekliyorlar:
‘İki yıl önce Güney Afrika’ya tekrar gittik. Pek çok sorun, eksiklik gördük ama hiç bir yerde iki beyaz insan olarak düşmanca tutumla karşılaşmadık. Yıllardır dilimizden düşmeyen ‘Nelson Mandela’yı Serbest Bırakın’ sloganı aslında bir bakıma ‘ ezene karşı nefret ve ırk düşmanlığı duygularının prangasından bizleri de kurtarmış, onu gördük’
Bence de Nelson Mandela’yı diğer liderlerden ayıran, ırkçılık ve ayrımcılıkla nereden gelirse gelsin mücadele etmekteki kararlılığıydı.
‘Özgür olmak için zincirlerden kurtulmak yetmez, başkalarının özgürüğüne saygı duymak, onların özgürlüğü için de çalışmak da gerekir’ demişti.
Mandela hiç bir zaman adı etrafında bir kült oluşturulmasını istemedi.
Belki de ayaklarını yerde tutan etkenlerden biri, etrafını güçlü ve sağduyulu kadın ve erkeklerle doldurması idi. Bunlar arasında, Mandela gibi Nobel barış ödüllü din adamı Desmond Tutu vardı. Güney Afrika’ya ‘gökkuşağı ulusu’ adını veren Tutu, yakın dostu Mandela’nın bir kült figürü olarak yüceleştirilmesine karşı çıkarken ‘ O, sahilde bir çakıltaşı. Önemli bir çakıl taşı, kabul ediyorum ama gene de bir çakıltaşı’ demişti.
Tarihe isimleri yazılan her büyük lider gibi, Mandela’nın da zayıf yanları vardı. Yıllar süren mücadelesi sırasında ailesini ihmal ettiği için sonraki yıllarda üzüntüsünü gizlemedi. Devlet işlerinde ayrıntıya fazla önem vermediği söylenirdi. Yerini alacak lider seçiminde de yanıldı. HIV-AIDS konusunda bilimsel verileri reddeden Thobo Mbeki’nın cumhurbaşkanlığı Güney Afrika’da bir insanlık felaketiydi.
Eksiğine kusuruna rağmen Güney Afrika’da 19 yıldır ayakta duran demokratik sistem, Mandela’nın ülkesine bıraktığı en büyük miras oldu.
Ülkesi dışında yaşayan bizlere ise çok güzel bir insanlık ve büyük bir devlet adamlığı modeli bırakıp bu dünyayı terketti.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın