Paris’te Charlie Hebdo mizah dergisine yönelik terör eylemi, Avrupa’da gazetecilerin doğrudan hedef alındığı en kanlı saldırıydı. Sadece Fransa halkını değil, insan hayatına ve özgürlüğe değer veren her bireyi derinden sarstı.
Demokrasinin yerleşik olduğu ülke liderlerinin hiç düşünmeden dile getirdikleri gibi, Paris’te gazetecilerin ve polislerin ölümüyle sonuçlanan bu vahşet, doğrudan demokrasiye, medya ve düşünce özgürlüğüne yönelik bir saldırıydı.
Fransa’da yaşanan terörün mazareti ya da hafifletici sebepleri olamaz. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ilk tepkisinde sarfettiği terörün her türlüsünü şiddetle kınama lakin ‘”İslamofobi ve ırkçılığın da terörü tetiklediği” yorumu, son derece talihsizdi.
Dışişleri bakanlığının daha sonra yayınladığı resmi açıklama ve Cumhurbaşkanlığı tarafından yayınlanan açıklama daha uygun bir üslupla yazılmıştı ama her ikisinde de ifade özgürlüğüne yapılan bir saldırıya atıfta bulunulmadı.
‘Terörün dini yoktur’ ya da ‘İslam bir barış dinidir’ türünden klişe sözler, İslamcı aşırı hareketlerin sayısız ve vahşeti giderek artan şiddet eylemleri karşısında verilebilecek münasip tepkiler olmaktan çoktan çıktı.
Tabii ki, bu militanların din anlayışıyla, ana babamızın ve dünyanın dört bir köşesinde yaşayan milyonlarca Müslümanın İslam inancı birbiriyle örtüşmüyor. Ama artık, genelde Müslümanların, özel olarak da Müslüman ülke liderlerinin, bu türden acımasız saldırıları yapanların kendilerine referans olarak İslam dinini aldığı ve giderek artan sayıda insanın da onlara sempati duyduğu hatta eylemlerine destek olduğu gerçeğini kabul etmesinin zamanı geldi de geçiyor. Örneklerini, Paris saldırısından hemen sonra Türkiye medyasında fazlasıyla gördük.
Bir çok İslam ülkesinde ifade özgürlüğünden anlaşılan, azınlık dinlerine ya da inanmayanlara yönelik hakaret serbestisi. Dinin eleştirilmesini yasalarla suç haline getirenlerin başında Müslüman ülkeler geliyor. Sadece geçen yıl, 100’den fazla kişi Pakistan’da dine hakaret ettikleri gerekçesiyle yargılandı. Dine hakaret yasaları olan ülkelerde aralarında çoçukların da bulunduğu bireylerin, bu gerekçeyle linç edildiklerine tanık oluyoruz.
Aynı ülkeler, yanlarına İslamcı örgütleri de alarak, yıllardır Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyinde, ifade özgürlüklerine sınırlamalar getirmeye çalışıyor. Evrensel İslami İnsan Hakları Bildirge’lerinde savundukları ‘dini inançlarla alay etmenin ya da saygısızlığın’ suç sayılması talebi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına tamamen ters. AIHM, incitici olsa da fikirlerin özgürce dile getirilebilmesi prensibini benimsiyor.
Türkiye’de de, AKP hükümetleri tarafından dine hakaret suç haline getirildi. Tanınmış piyanist Fazıl Say, bu yasa çerçevesinde İslama hakaret ettiği gerekçesiyle yargılandı.
Sorgulanması gereken sadece Müslüman ülke liderleri de değil. Diğer ülkelerde, ifade özgürlüğüne yeterince sahip çıkmayan, İran ruhani lideri Ayetullah Humeyni’nin yazar Salman Rüşdi’ye karşı çıkardığı ölüm fetvasına gereken sertlikte tepki göstermeyen, Danimarka’daki karikatür tartışmasında mazaret uyduran, kültürel hassasiyetler bahanesiyle baskıcı rejimlere yaranmaya çalışan siyasetçilerin de taşıdıkları sorumluluk büyük.
Günümüzün şiddete tapan İslamcıları şimdi, yok etmeye çalıştıkları ülkelerin geniş ifade ve din özgürlükleri sayesinde büyüyüp serpildiler, söz sahibi oldular..
Türkiye dışişleri bakanı Paris’teki cinayetlerde Avrupa’daki İslam düşmanları ve ırkçıların da rolü olduğunu ima ederken, son Pew araştırmasının sonucunu gözden kaçırmamalı. Saldırıdan önce Fransızların yüzde 72’si Müslümanlara olumlu yaklaşıyordu.
Bir de bunu, son yıllarda ülke içinde ve dışında yapılan her araştırmada görüdüğü gibi, Türkiye nüfusunun diğer din ya da inançsız bireylere karşı sergilediği olumsuz tutumla kıyaslamalı.
2011 yılında Bahçeşehir Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen ‘Türkiye’de Değer Yargıları’ araştırmasına katılanların yüzde 64’ünün bir ateisti, yüzde 48’inin bir Hristiyanı, yüzde 39’unun başka dini inançtan bir kişiyi, yüzde 39’unun yabancı bir göçmeni komşu olarak görmek istemediğini unuttuk mu? Aynı araştırma bugün yapılsa oranların daha da yüksek çıkacağını tahmin etmek zor değil.
Gün, insan yaşamının değerini ve onurunu, ifade ve düşünce özgürlüğünü, inanç ve inanmama özgürlüğünü savunma günüdür. Ortak insani değerlerimize olan inancımızı ve bağlılığımızı samimiyetle dile getirme zamanıdır. Bu değerleri yoketmeye çalışanlara karşı dayanışma günüdür.
Bırakın artık mazaret aramayı. Önümüzde açıkça duran tehlikeyi doğru değerlendirin ve geç kalmadan görün!
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın