18 Mart, Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere önderliğinde müttefiklerin uğradığı en büyük yenilgilerden birinin yılldönümü. Türkiye’de ise, Osmanlı ordusunun İtilaf Devletlerine karşı Çanakkale’de kazandığı deniz zaferinin anıldığı ve kutlandığı gün.
Gelibolu Yarımadasındaki muharebe, Birinci Dünya Savaşının en kanlı sayfalarından biriydi. 101 yıl sonra, Çanakkale Savaşı, hala, tarihin akışını değiştiren bir muharebe olduğu kadar, yürekli bir savaşın ve onurlu bir barışın da sembolü olarak anılıyor.
Gelibolu Yarımadasındaki şehitliklerde koyun koyuna yatan Mehmetçiklerle Coniler için üç kıtada dikilen anıtlara, savaşta can verenlerin kahramanlığı kadar, düşman karşısında sergiledikleri insancıl ve vakur tavır da kazınmıştır.
Çanakkale Savaşının, askerlerini yitiren her ülkenin ulusal belleğinde önemli bir yeri var. Ancak, Türkiye tarihindeki yeri kuşkusuz daha özel. Savaşa genç bir yarbay olarak giren Mustafa Kemal’i askeri bir lider olarak öne çıkardığı kadar, Kurtuluş Savaşının kıvılcımını da yakması bakımından önemli bir dönüm noktası.
Son yıllarda, Adalet ve Kalkınma Partisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihi mirasını elinden geldiğince önemsiz kılmaya çalışırken, bir yandan da Osmanlı hayranlığını teşvik etmekte, laik cumhuriyet söyleminden her geçen gün uzaklaşmakta. Ulusal tarihin köşe taşlarını oluşturan olaylara da İslamcı bir yorum getirilmekte.
Bu yıl da gene 18 Mart’ta, Çanakkale Deniz Zaferinin yıldönümü ve Şehitler Gününde düzenlenen törenlerde şehadet kavramına vurgu öne çıktı. Cumhurbaşkanı, “Şehadet bizim için korkulacak değil, ulaşılması gereken makamdır” dedi.
Cumhurbaşkanının konuşmalarında dini öğelere ağırlık vermesini artık kanıksadık. Ancak bu yılki Çanakkale Savaşı yıldönümü törenlerinde, Gelibolu’yla dünya çapında özdeşleşen birleştirici dil ve ruhun yokluğu gözlerden kaçmadı.
“Yeni bir destan yazmamıza kimse engel olamaz. Yeter ki millet olarak kardeşliğimizi, dayanışmamızı güçlü bir şekilde muhafaza edebilelim. Yeter ki bayrağımızın indirilmesine, ezanlarımızın susturulmasına izin vermeyelim. Yeter ki vatanımızı bölmek isteyenlerin heveslerini kursaklarında bırakalım” diyen Cumhurbaşkaninin hedefinde, temel olarak iç düşmanlar vardı ama eleştirilerden, aynı saatlerde Brüksel’de Başbakan Davutoğlu ile göçmenler konusunda pazarlık yürüten Avrupa Birliği başta olmak üzere yabancılar da nasibini aldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Temmuz ayından bu güne Türkiye’nin 300’ün üzerinde şehit verdiğini de hatırlatarak, “Ne kazandık biliyor musunuz, bu toprakların vatanımız olduğunu, dosta düşmana bir kez daha gösterdik. Bu önemliydi. Bu kazanç var ya, öyle büyük bir kazanç ki ancak Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı ile mukayese edebiliriz” diye de ekledi.
Birgün önce terör tanımının yeniden yapılmasını, Ceza Kanununun değişmesini isteyen Erdoğan’ın “Terörle mücadelede yanımızda olan dostumuzdur, karşımızda olan da düşmanımızdır” sözleri hatırlandığında, kullandığı uslüp daha da endişe verici.
Kendisini Kürdistan Özgürlük Şahinleri diye tanımlayan PKK’nın yan örgütü TAK, Ankara katliamını iki genç intihar bombacısıyla gerçekleştirdi. Daha önce Ankara, İstanbul ve Suruç’ta IŞİD tarafından düzenlenen saldırılarda da militanlar kendilerini havaya uçururken, yüzlerce insanı öldürdü.
Teröristin her türlüsü, şiddet eylemlerini gerçekleştiren militanına cennet vaadederek, vahşeti şehadet diye pazarlamaya çalışıyor.
Bugün Türkiye, zaten bıçak sırtında. Her an yeni bir saldırı, yeni bir vahşetle karşılaşma korkusuyla yaşıyor.
İnsanların, yaşamlarını tehdit edenlerle, kendilerini koruyanların benzer bir söylem kullanmaya başladıklarını gördükleri yerde, bir şeyler ciddi şekilde yanlış gidiyor demektir.
Liderlerden beklenen ölümü değil, yaşamı yüceltmeleri, ocakları söndürmeye kararlı kişi ve örgütlere ise engel olma görevini layıkıyla yerine getirmeleridir.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın