Perşembe günü Londra’da düzenlenen konferansta, 10 milyar doların üstünde bağış vaadinde bulunulması, Suriyeli mültecilerin yükünü en fazla omuzlayan Türkiye gibi ülkeler açısından önemli bir adımdı. Bir insancıl kriz karşısında tek bir gün içinde bu kadar yüksek müktarda bağış örneğine daha önce rastlanmadı ama ne kadar çok olursa olsun sadece parasal yardımın Suriye’nin yaralarını sarmaya yetmeyeceği gerçeği, daha toplantı sona ermeden gözler önüne serildi.
Hem bir gün önce askıya alınan Cenevre barış görüşmeleri hem de Londra konferansı, Suriye’deki gelişmelerin gerisinde kaldı.
Ülkede durum, bugün öylesine tehlikeli ve kritik bir aşamaya ulaştı ki, son beş yıldır süren çatışmaların neden olduğu yıkım, artık insancıl yardım girişimleriyle hafifletilemeyecek boyutlarda.
Avrupa’ya mülteci akımını durdurmayı, sığınmacıları ilk durak olan ülkelerde tutmayı hedefleyen adımlar üzerinde yoğunlaşan uluslararası aktörler, kısa erimde sonuç aldıkları izlenimine kapılabilirler. Ancak, sürdürülebilir bir siyasi çözüm sağlanmadığı, savaş sona erdirilmediği sürece mültecilerin Avrupa’ya gidişine engel olamazlar.
Savaştan kaçan milyonlarca kişiye ev sahipliği yapan Türkiye, bugün bir kez daha Suriye’de izlediği siyasi gündem ve dış politika tercihlerinin sonuçlarıyla yüzleşmek durumunda.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Londra konferansında yaptığı konuşmalarda, Halep’te yaşayan üç yüz bin kişinin Türkiye’ye doğru yola çıkmaya hazır olduğu uyarısını defalarca tekrarlamıştı. Rus hava desteğiyle Halep üzerine yürüyen Esad rejim güçlerinden kaçan binlerce kişi şimdiden Türkiye sınırına geldi bile.
Türkiye açısından endişe uyandırıcı tek gelişme, yeni bir mülteci akınıyla karşı karşıya kalmak da değil.
Halep, Türkiye sınırına topu topu 50 kilometre uzaklıkta. Kentin abluka altına alınması ve rejim kuvvetlerinin eline geçmesi, Türkiye açısından ciddi bir stratejik geri adım, bir tür yenilgi.
Aynı zamanda, zaten aylardır son derece gergin olan Türkiye-Rusya ilişkilerini patlama noktasına getirebilecek türden tehlikeli bir gelişme.
Rusya’nın propaganda aygıtı, şimdiden fazla mesai yapıyor. Moskova, Türkiye’nin Suriye’yi işgale hazırlandığına dair belirtiler bulunduğu haberlerini yayıyor.
Buna karşılık Türkiye de, Rusya’yı, Esad rejimiyle işbirliği halinde Halep’i kuşatmak ve halkı açlığa sürükleyerek savaş suçu işlemekle suçluyor.
Her iki tarafın da sert söylemlerini yumuşatarak gerginliği azaltmaya niyetlenebileceklerine daiır bir belirti görülmüyor.
Tam tersine, Ruslar, gerginliği tırmandırmak ve Türkiye’yi geri adım atamayacağı bir noktaya itmek için can atıyor.
Türkiye yetkilileri, Suriye’ye girmek gibi bir niyetleri olmadığında ısrarlı.
Türkiye’nin Suriye’de işgal olarak görülebilecek bir adımının uzun erimli ve ciddi sonuçları olacağına kuşku yok. Son yıllarda pek çok başarısız dış politika kararı veren Cumhurbaşkanı ve Başbakanın bile ülkeyi bu tür bir tehlikeye sürüklemeyeceklerine inanıyor, Ankara’da ve Moskova’da sağduyunun ağır basmasını umuyoruz.
Ama Suriye, siyasi, askeri ve mezhepsel çıkarlar güdenler tarafından öylesine zehirli bir kazan haline geldi ki, kimin ne zaman gene bu kazanı karıştırmaya başlayacağını tahmin etmek giderek güçleşiyor.
Türkiye’nin Orta Doğu’daki baş müttefiki Suudi Arabistan’ın, sahadaki güçler dengesi değişirse siyasi çözümün yolunun açılacağını savunduğunu ve Suriye’ye kara kuvvetleri gönderebileceğini belirttiğini gözönünde tutunca, iyimser olmak daha da zorlaşıyor.
Sadece milyonlarca mülteciyi ve savaşın acılarını memleketlerinde yaşamaya devam eden Suriyelileri değil, çatışmaya uzaktan yakından bulaşmış herkesi çok daha sıkıntılı günler bekliyor.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın