Türkiye’de nepotizm, kayırmacılık, torpil ve çıkar çatışması, hiç bu kadar yaygın olmamış, bu denli fütursuzca uygulanmamıştı.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı döneminde adam kayırma ve torpilin boyutlarını gözler önüne sererek, hem hükümeti hesap vermeye zorladı, hem de etkili bir muhalefet örneği sundu.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Profesör Haluk Koç, Pazar günü düzenlediği basın toplantısında, ad, tarih ve yakınlık durumlarını vererek, devlet memurluklarına yapılan kayırmacı, torpilli atamaları açıkladı. AKP iktidarı döneminde Kamu Personeli Seçme Sınavı’nı (KPSS) geçmedikleri halde çeşitli devlet görevlerine atanan 85 kişinin teker teker isimlerini verdi.
Profesör Koç torpil çarkının nasıl işlediğini de “ AKP’li bakan ve milletvekillerinin birinci dereceden akrabaları, arkadaşları KPSS’yi kazanamamalarına rağmen hüllelerle devlet memuru yapıldılar. Bunun için kullanılan basamaklardan bir tanesi valilik özel kalem müdürlükleri. Bir köprü ayağı, vazifesi gördü. KPSS’yi kazanamayan birinci derece yakınlar, valilik özel kalem kadroları ile bir iki gün orada bulunduktan sonra derhal devlet memuru kadrosuna başka bir yere atlatıldılar. Devlete kapı attıktan sonra daha organize işlere girmeye başladılar” diyerek açıkladı.
Profesör Koç ayrıca, çeşitli bakanlıklarda görevlendirilmelerinin yanısıra, yetkililerin yakınları olan sözkonusu bireylerin, Atom Enerjisi Kurumu (TAEK), Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB), Enerji Piyasa Denetleme Kurumu (EPDK), TRT, YURTKUR ve Yurt Dışı Türkler ve Akraba Toplulukları Başkanlığı gibi kurumları atlama tahtası olarak kullanıp, daha avantajlı konumlara getirildiklerini de somut verilerle anlattı.
Akraba, eş dostun kayırımcı, partizanca uygulamalarla devlet görevlerine atanması, Türkiye’de daha önce görülmemiş bir uygulama değil. Fakat 12 yıllık AKP iktidarı döneminde daha sistemli, daha yaygın bir haldı, İslamcı politikaların pekiştirilmesinin önemli bir aracı haline geldi.
Son bir yıl içinde hükümetle kavgaya tutuşmadan önce, Fethullah Gülen hareketi de benzer yöntemlerle devlet kurumlarının denetimini eline geçirmeye çalışıyordu. Pensilvanya merkezli Fethullah Gülen’in taraftarları, poliste, yargıda, savcılık kurumunda kilit mevkilere geldiler. Büyük şirketlerin, medya ve eğitim kurumlarının sahipleri olarak, kendi adamlarını önemli görevlere yerleştirdiler. Sempatizanlarına, sınav sorularını önceden vererek, haksız rekabetle başarılı olmalarını sağladılar. Bu yolla da güçlü ittifaklar oluşturdular.
Gerçi şimdi hükümet,Gülen hareketinden parallel yapı ve terörist örgüt diye sözediyor ama bütün bu kayırmacı uygulamalar, AKP hükümeti döneminde, yetkililerin bilgisi dahilinde gerçekleşti.
Şimdi bu iki İslamcı hareket arasında süren çetin mücadele, pastadan daha büyük pay alma savaşından ibaret.
Şimdilik, kazanan taraf hükümet. Çünkü, iktidar, devlet kurumlarında atama ve sözleşme yetkilerine sahip olmasının yanısıra, ülkede yandaşlarına rant sağlamanın yollarını açan ekonomik manipülasyon gücünü de elinde tutuyor.
Ülkenin saygın ekonomi tarihçilerinden Profesör Şevket Pamuk’un geçtiğimiz günlerde Radikal gazetesinde Ezgi Başaran’a verdiği mülakatta dediği gibi, “2007 sonrasında ekonomide öncelik, iktidar mücadelesine verildi. Hükümeti ve partiyi destekleyecek bir zengin grubu yaratma, daha çok oy alma ihtiyaçları hep öne geçti. Uzun vadeli hedefler yerine iki sene sonraki seçimi düşünmek daha akla yatkın geldi. Ve partiye yakın zengin bir zümre yaratmak en büyük hedeflerden biri oldu.”
Kazananlar belli. Peki kaybedenler kim? Herşeyden önce AKP iktidarı döneminde KPSS sınavlarına girenlerin ezici çoğunluğu. Sınava girenlerin sadece yüzde 1,5 oranı devlet memuru olabildi. Ana muhalefet sözcüsü Profesör Koç’a göre, KPSS sınavında başarılı olduğunu düşünüp de kazanamadıklarını öğrenen 20 kişi, intihar etti. Hakkaniyetten uzak rekabet ortamında kaybeden milyonlar arasında eminim, kayda değer oranda AKP seçmeni de var.
Torpil ve kayırmacılıkla işleyen sistemde, becerileri ve bilgileriyle değil de güçlü kudretli yakınları sayesinde iş bulan küçük bir azınlığın dışında, aslında herkes kaybediyor. Çünkü, haksızlık ve kayırmacılık, kamu çıkarını zedeliyor, halkın devletin dürüstlüğüne, güvenirliliğine ve düzgün işleyişine olan güvenini sarsıyor.
Sabancı Üniversitesi Siyasal Bilimler profesörü Ersin Kalaycıoğlu’nun deyişiyle, ‘adalete olan inancı’ yokediyor.
Ana muhalefet partisinin ortaya koyduğu örnekler ve dile getirdiği iddialar, şu ana kadar hükümet tarafından yalanlanamadı. Başbakan Ahmet Davutoğlu, kendisine yöneltilen doğrudan soruyu yanıtlamaktan kaçındı.
Tahmin edilebileceği gibi, hükümet yanlısı medya da konuyu görmezden geldi.
Ama onların bile, içten içe yolsuzluktan en çok etkilenenin, en fazla zarar görenin sıradan vatandaş olduğunu kavradıklarını sanıyorum.
Bir zincirin sağlamlığının en zayıf halkası kadar olduğunu gerçekten bilmemelerine imkan var mı?
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın