Dünya gündemini yakalamak isteyenler için İngiltere’nin başkenti gibisi yoktur. Haftalar süren bir ayrılıktan sonra nihayet yine, Orta Doğu krizi konusunda en enteresan tartışmaların yapıldığı Londra’dayım.
Orta Doğu’nun ilgisi Kobani’deki gelişmelere yoğunlaşmışken, radikal İslamcı hareketlerin tehdidinin en az Suriye’deki kadar yakından hissedildiği diğer bölgeler konusunda artan bir hassasiyet var Londra’da. Bağdat havalanına doğru ilerleyen IŞİD güçlerinin endişe yarattığı Irak’taki Enbar bölgesine ek olarak , Libya’nın da bir iç savaşın eşiğinde olduğundan korkuluyor. İngiltere ve Fransa’nın öncülüğünde düzenlenen askeri müdahalenin üstünden topu topu üç yıl geçmişken, ülkenin hükümeti ve yeni seçilen Meclisi, geçtiğimiz aylarda İslamcı gruplar tarafından başkenti terketmeye zorlandı. Saldırılarını artıran cihatçıların başını, IŞİD’in otoritesini kabul eden Ensar el Şeria örgütü çekiyor.
Uluslararası koalisyon, radikal İslamcı tehdit karşısında ortak bir tutum belirlemeye çalışadursun, çoğu Sünni ama bazıları da Şii radikal güçler, dünyanın çeşitli bölgelerinde aynı hedefi paylaşıyor ve büyük bir hızla toprak ele geçiriyor. Irak ve Suriye’ye ek olarak, Afrika’nın birden fazla ülkesinde, Afganistan’da, Pakistan’da ve Yemen’de kayda değer genişlikte alanlar, radikal İslamcılar tarafından kontrol ediliyor. Karşıtları, hala olup biteni anlamaya çalışırken, daha çok muhafazakar aşiretlerin yaşadığı bölgelerde etkili olan radikal hareketlerin hem nüfuzu hem de ideolojileri jet hızıyla yayılıyor.
Bu hafta Londra’da izlediğim etkinliklerde, katıldığım tartışmalarda, sorunun küresel boyutları gözardı edilmese de asıl mercek altına yatırılan konular Suriye ve Irak oldu. Hemen herkesin üzerinde birleştiği nokta ise, şiddete başvuran yayılmacı İslamcı hareketlerle sadece askeri yollarla mücadele edilemeyeceğiydi. Uzun erimli, çok uluslu siyaset ve güvenlik stratejisi üzerinde acilen görüş ve eylem birliği sağlanmak zorunda. Görüş birliğinin güçlendiği bir diğer konu ise, bu genel tablo içinde Türkiye’nin nereye oturduğu ya da bir türlü oturamadığı.
Son günlerde İngiltere medyasında Türkiye hakkında yazılıp çizilenler gayet eleştirel. Türkiye’nin Hakkari sınırları içindeki dağlık bölgede PKK militanlarına yönelik bombardımanından bir gün sonra, The Times gazetesinin baş makalesinde, Recep Tayyip Erdoğan’dan’dan ‘sağı solu belli olmayan cumhurbaşkanı ’ diye sözediliyor, Türkiye’nin Kürtlere yardım etmeye yanaşmaması ise ‘kaba bir umursamazlık’ olarak niteleniyor.
Erdoğan’ın Kürtlerle Barış İçin Son Şansı başlıklı makalede ise, Financial Times gazetesi yazarı David Gardner, Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük risk altına girdiğini düşünüyor.
‘Başlattığı barış sürecinin bölge Kürtlerine ortak bir devlet için sıçrama tahtası olabileceğinden endişe edip paniğe kapılmış olabilir. Asıl niyeti ne olursa olsun, Erdoğan Türkiye’yi bölüyor. Ülke nüfusunun beşte biri Kürt, Türklerin ise beşte biri Alevi. Erdoğan’ın ve neo-İslamcı iktidar partisinin giderek artan Sünni –egemen ve otoriter üslubundan rahatsızlar. Eğer çok dikkatli olmazsa bu aşırı özgüvenli lider, Türkiye’nin kapılarını bölgede esen mezhep fırtınasına açabilir’ demekte Gardner.
Yıllardır üyesi olduğum Chatham House ya da tam ismiyle Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsünün zaman zaman gizlilik kuralıyla zaman zaman da halka açık toplantılarına katılırım. Bugüne kadar Türkiye’nin liderlerine bu denli sert eleştirilerin yöneltildiği bir dönem hatırlamıyorum. Salı günü düzenlenen panel ve konuşmalar, düşünce kuruluşu tarafından başlatılan yeni bir projenin tanıtımıydı aynı zamanda. Suriye’deki krizin, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu komşu ülkelere uzun erimli etkisinin tartışıldığı panellerde, konunun uzmanı önde gelen isimler yeraldı. Ana konuşmacı ise, Birleşmiş Milletler’in ve Arap Birliği’nin Suriye eski temsilcisi Lakhdar Brahimi’ydi.
Konuşmacılar, Türkiye’nin Suriye konusunda üstüste yanlış tahliller ve varsayımlarla hareket ettiğini söylediler. Esad rejiminin reformlarla düzelebileceğini varsaymaktan, çabucak çökeceği beklentisine kadar uzanan yelpazede, yanlış tahliller üzerine kurulu politikalar ürettiğini belirttiler. Bu yanlışları yapanların, değişik pozisyonlarda da olsa, hala aynı karar mekanizmalarını oluşturdukları ve aynı yöntemlerle politika belirlemeye devam ettikleri söylendi. Erdoğan’ın ‘kişisel yaklaşımı’ diye tanımlanan politikaya göre, en büyük düşman PKK. Onu Beşar Esad izliyor. Çok daha altlarda, üçüncü sırada ise IŞİD var. Bu tekrar tekrar yapılan yanlış hesapların sonucu olarak, Suriye’nin en güçlü komşusu Türkiye, şimdi hem bölgenin hem de kendi ülkesinin güvenliğini tehdit eden boyutlarda zafiyet sergiliyor.
Bitlşmiş Milletler ve Arap Birliği Suriye eski temsilcisi Lakhdar Brahimi’ye Erdoğan’a nasıl bir tavsiyede bulunabileceği sorulduğunda, emektar diplomat, ‘Erdoğan’ın benim tavsiyemi isteyebileceğini düşünmüyorum’ cevabını verdi.
Suriye’nin parçalanması durumunda bunun etkilerinin bütün bölge ülkelerinde hissedileceği uyarısı yapan Brahimi, Suriye’nin komşu ülkeler tarafından öncelikli konu olarak görülmediğini ve bunun değişmesi gerektiğini söyledi. Krizin başlangıcında Birleşmiş Milletler Genel sekreterinin alay edilen ama hala geçerli olan sözlerini hatırlattı: ‘Suriye’ye silah göndermekten vazgeçin. Savaş değil barış planları yapın’.
Brahimi, ana oyuncuların Suriye’yi İran ve Rusya da dahil olmak üzere komşu ülkelerle beraber bir masa etrafında toplamasını istiyor. Brahimi’ye göre İran’ın Irak’ta Amerika Birleşik Devletlerinden, Suriye’de ise Rusya’dan daha fazla nüfuzu var. Anlamlı ve sonuc verecek bir müzakere için görüşme masasında Esad’ın da bulunması gerekiyor.
Toplantıdan sonra tartışmayı sürdürdüğüm orta Doğu uzmanlarından bazılarına, hesap hatası yapanın sadece Türkiye olmadığını söyledim. Bugünlerde Türkiye’yi sert bir dille eleştirenlerin hemen hepsi, Türkiye’yi ve AKP’yi ciddi şekilde yanlış algıladılar.
Neredeyse iş işten geçinceye kadar hayatın her alanına sızan İslamcılaşmayı, otoriterleşmeyi, hak ihlallerini ve geniş çaplı yolsuzluğu görmezden geldiler.
“Ilımlı İslam’ın örnek ülkesi”, güvenilir müttefik ve iş ortağı Türkiye, sağı solu belli olmayan, güvenilmez, hesap vermez tek adam rejimi haline bir gecede dönüşüvermedi.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın