Avrupa ve Orta Doğu’ya ek olarak Güney Doğu Asya denizlerinde son aylarda hızla büyüyen mülteci akını, göç ve sığınmacılık politikalarının acilen ve yeniden değerlendirilmesini zorunlu hale getirdi.
Küresel çapta sığınma istemlerinde tanık olunan patlama, uluslararası alanda eşgüdümlü ve uzun erimli çözümler gerektiriyor.
Dikkatler, Kuzey Afrika’dan yola çıkıp, Akdeniz üzerinden Avrupa Birliğine ulaşmaya çalışan göçmen teknelerine çevrilmişken, Birleşmiş Milletler, dünyanın bir diğer köşesinde, Güney Doğu Asya’da dev boyutlarda bir insani felaketin ortaya çıkmakta olduğu uyarısı yapıyor.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine göre, bu yılın ilk üç ayında, Bangladeşliler ve Birmanya’da ayrımcılığa uğrayan Müslüman azınlık Rohingya toplumundan bireylerin oluşturduğu yaklaşık 25 bin kişi, Tayland, Malezya ve Endonezya’ya gemilerle ulaşmaya çalıştı. Bu rakkam, geçen yılın aynı döneminde tanık olunan iltica girişimlerinin iki katı. Tehlikeli tekne yolculuğunu göze alan mültecilerin önemli bir kısmı, varmak istedikleri ülkeler tarafından reddedildikleri için denizlerde mahzur kaldılar.
Benzer mülteci akınlarıyla karşı karşıya bulunan Avrupa, çok şükür, mültecilerin aç susuz denizlerde bırakılmasının düşünülemeyeceği bir medeniyet düzeyinde. Mülteciler Yüksek Komiserliğine göre, 2014 yılında insan kaçakçıları, 219 bin kişiyi Akdeniz üzerinden Avrupa’ya getirdi ancak 3500 kişi seyahat sırasında boğularak öldü. Bu yıl ise şimdiye kadar 62 bin 500 kişi sağsalim karaya çıktı ama 1800 kişi canverdi.
Bu ölümlere engel olmak için denizde ve havada arama ve kurtarma operasyonlarının yoğunlaştırılması gerekiyor. Gerçi Avrupa ülkelerinde, mülteci akınının nasıl durdurulabileceği ya da gelenlerin akıbeti konusunda farklı öneriler ortaya atılıyor ama aşırı ırkçı görüşleri savunan küçük bir azınlık dışında göçmenlerin kurtarılmadan denizde bırakılması ya da ölümü göze alarak geri çevrilmesi talebini dile getirene rastlanmıyor. Kaldı ki, mültecilerin hukuki statüsünü belirleyen Cenevre Sözleşmesi, sığınma başvurularının ırk, din veya geldikleri ülke bakımından ayırım yapmadan uygulanmasını zorunlu kılıyor.
Avrupa İstatistik Kurumu Eurostat’a göre, geçen yıl 185 bin kişiye Avrupa Birliği üyesi ülkeler tarafından sığınma sağlandı. Bu, 2013’e kıyasla iki kat artış anlamına geliyor.
Avrupa’nın karşı karşıya kaldığı bu eşi görülmemiş mülteci akını, Avrupa Birliği Komisyonunu, sığınmacıların getirdiği yükün üye ülkeler arasında daha adil şekilde paylaşımını hedefleyen bir plan geliştirmeye zorladı. Gelecek iki yıl içinde 20 bin mülteciye ev sahipliği yapmayı öngören Avrupa Birliği, mültecilerin bir kota sistemi çerçevesinde paylaşılmasını istiyor. Dağılım yapılırken de sözkonusu ülkenin nüfusu, Gayrı Safi Yurtiçi Hasılası ve işsizlik oranının gözde tutulacağını bildiriyor.
Bu zorunlu paylaştırma önerisi, üye ülkeler arasında en fazla tartışma yaratan unsur oldu. Komisyonun planı, Haziran ayında Birlik liderlerinin doruk toplantısında oya sunulacak. Ancak İngiltere, şimdiden planı reddetti ve daha fazla mülteciyi, hayatlarını tehlikeye atarak insan kaçakçılarının eline düşmeye teşvik edeceğini savundu.
BirleşmişMilletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Komisyonun sunduğu planı övgüyle karşıladı ve mülteci akını ve göç dalgasıyla başa çıkmak amacıyla atılacak önemli bir adım olarak niteledi.
Uluslararası Af Örgütü de plana olumlu tepki gösterdi ve Akdeniz’deki insani krizin çözümü doğrultusunda küçük ama önemli bir adım olarak tanımladı.
Afrika Boynuzu ve Sahra Altı ülkelerdeki savaş ve çatışmalar, Akdeniz üzerinden Avrupa’ya mülteci akınının nedenlerinden biri ama Libya’dan teknelerle yola çıkan mültecilerin önemli bir bölümünü Suriye’deki savaştan kaçanlar oluşturuyor.
Bu Suriyeli sığınmacıların bir kısmı, Türkye’en ayrılıp Batı ülkelerine ulaşmaya çalışanlar.
Avrupa’ya gidenlerin sayısındaki artışa rağmen, Türkiye’de hala iki milyon Suriyeli sığınmacı var.
Arnavutluk gezisi sırasında Avrupa Birliğine daha fazla Suriye ve Iraklı göçmene kapılarını açma çağrısında bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, mültecilerin yükünü büyük ölçüde Türkiye’ye bıraktıkları için Avrupalılara sitem etmekte haklıydı.
Ancak, iltica ve göç politikalarını acilen gözden geçirmesi gereken sadece Avrupa değil. Türkiye’nin de sığınmacılar sorununu ciddiyetle yeniden değerlendirmesi şart.
Türkiye hükümeti, Suriyeli göçmenlerin yakın gelecekte ülkelerine dönmeleri olasılığı bulunmadığı gerçeğini artık kuşkuya yer bırakmayacak şekilde gördü.
Suriye lideri Esad’ın kısa süre içinde devrileceği ve çatışmanın hemen bitebileceği varsayımlarının ne kadar yersiz olduğu çoktan anlaşıldı ve Türkiye, dünyada en fazla Suriyeli sığınmacı barındıran ülke konumuna geldi. Bu insani kriziin yıllar süreceği gerçeğiyle yüzleşen Türkiye’nin şimdi vakit geçirmeden uzun erimli ve kapsamlı bir strateji geliştirmesi lazım.
Avrupa, göç akınını nasıl yavaşlatacağını ya da durduracağını tartışadursun, Türkiye, iki milyon mülteciyi nasıl entegre edeceğine karar vermek zorunda. Suriyeliler, ilk zamanlarda olduğu gibi sadece mülteci kamplarında yaşamıyorlar. Çoğu kasaba, kent ve büyük şehirlerde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Suriyeli sığınmacılara çalışma hakkı ve eğitim olanaklarının sağlanması acil bir gereksinim haline geldi. Keza, halk arasında mültecilere karşı tepki, hatta olumsuz duygular da giderek yaygınlaşıyor
Bu arada, Türkiye’nin Avrupa Birliğiyle imzaladığı Geri Kabul Anlaşmasının bu gelişmeler ışığında ne anlama geleceğini de ciddi şekilde düşünmemiz lazım.
Giderek daha fazla sayıda ülke, dev boyutlarda bir mülteci sorunuyla karşı karşıya bulunulduğunu idrak etmeye başladı. Artık, iç ya da dış siyasi mülahazalarla kısa erimli çözümlerin yeterli olmayacağı açıkça görülüyor.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın