Gelecek hafta Avrupa Birliği liderlerinin önüne konacak olan mülteci akınını durdurmaya yönelik yol haritası ile ilgili gelişmeleri, sadece hükümet yanlısı kesimlerin gözüyle izliyorsanız, anlaşmanın, deyim yerindeyse, ‘çantada keklik’ olduğunu düşünebilirsiniz.
Başbakan Ahmet Davutoğlu ve son zamanlarda baş müttefiği haline gelen Almanya başbakanı Angela Merkel’in, son derece usta manevralarla rakiplerini mat edip, istedikleri sonuca iyice yaklaştıkları izlenimi de edinebilirsiniz.
Kaldı ki Türkiye’de, paketin mültecilerle ilgili bölümü, daha çok arka planda. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin yakın olduğuna ciddi ciddi inananların sayısı da az. Türk kamuoyunu heyecanlandıran, ne üyelik, ne de Suriyelilerin akıbeti. Dikkatler, bu yıl Haziran ayından itibaren Türk vatandaşlarına Şengen ülkelerinde vize serbestisi sağlanmasını öngören teklif üzerinde yoğunlaşmış durumda.
Hatta bir gazete, şimdiden okurları arasında araştırma başlatıp, vize zorunluluğu kalkarsa ilk önce ve en çok hangi ülkeye gitmek isteyeceklerini belirlemeye çalışıyor.
Liderlerin zekasını öven yorumlarla kıyaslanınca, taslak paketin diğer ülkelerde yol açtığı ve giderek büyüyen tepkilere değinenlerin sayısı yok denecek kadar az.
Vizesiz seyahat umutları, ilk kez gündeme gelmiyor. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında Geri Kabul Anlaşmasının imzalanmasından beri zaten masadaydı. Türkiye, başlangıçta epey dirense de, nihayet 2013 yılında Geri Kabul Anlaşmasını imzaladı ve etkili ve yeterli bir biçimde uygulamaya konması için gereken adımlardan oluşan yol haritasına da onay verdi.
Türk vatandaşlarına vize serbestisi için ortaya konan önkoşulların pek çoğu henüz gerçekleşmedi. Yeterince ilerleme sağlanmayan konular arasında yasadışı göçü engelleyecek sınır kontrollerinin uluslararası standartlarda yapılması, AB üyesi ülkelerin polis ve yargı kurumlarıyla eşgüdüm içinde uluslararası suç ve insan kaçakçılığı ile mücadele, güvenli seyahat belgeleri ve pasaport uygulaması gibi adımlar da var.
Vatandaşlarının ve yabancıların temel hak ve özgürlerinin korunması konusunda ise, Türkiye’nin 2013’ten beri geri adım attığına kuşku yok.
Avrupa Birliği ile İlişkilerden sorumlu bakan Volkan Bozkır, Perşembe günü yaptığı açıklamada 1 Mayıs’a kadar Türkiye’nin gereken değişiklikleri gerçekleştireceğini bildirdi.
Keşke sorun, eski pasaportların yerine, güvenli, çipli yenilerini vermek kadar basit olsa.
Her halukarda, eğer Başbakan Merkel, Avrupa’yı sarsan mülteci krizini aşma çabalarında, Türkiye’ye vize serbestisi teklifinin acı bir ilaç olarak , istemeye istemeye içileceğini varsaydıysa, epey yanıldı.
Türkiye’de hükümet yanlılarının, oylarını artıracak kurnazca bir plan olarak göklere çıkarttıkları teklif, tartışmalı mülteci paketinin belki de en fazla tepki çeken, bir ayak oyunu diye kınanan unsuru haline geldi. Avrupa ülkelerinde halk arasında korkuları artırdı, Türkiye karşıtı duyguları da görülmedik ölçüde tırmandırdı.
Bunun siyasi olarak ne kadar kışkırtıcı olduğunu, bu hafta sonu Almanya’nın üç eyaletinde yapılacak seçimlerde daha somut olarak göreceğiz.
Şengen üyesi olmayan İngiltere’de, Haziran ayında yapılacak referendum öncesi, mülteciler ve göçmenler zaten ağırlıklı konuların başında geliyordu. Türkiye’ye, mülteci akınını durdurması karşılığında vize serbestisi tanınması olasılığı, birlikten çıkılmasını isteyenlerin eline yeni bir koz verdi. Türkiye’den bahsederek çıkış yönünde kampanya başlatanlar da artık, sadece aşırı sağcı, yabancı düşmanı siyasetçilerle sınırlı kalmayacak.
Türk ve Alman başbabakanlarının desteklediği paketin hukuk ve insan hakları açısından itiraz yaratan başka yönleri de var. Bunların bazıları, doğrudan Türkiye ile ilintili.
Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesini parafe etmiş olsa da, coğrafi sınırlamalarla uyguluyor. Sığınma hakkını da sadece Avrupalı mültecilere tanıyor. Oysa Avrupa Birliğinden gönderilecek mültecilerin hepsi Avrupa vatandaşı olmayan bireyler. Onlar için Türkiye’nin güvenli üçüncü ülke olarak görülemeyeceği açık.
Türkiye’nin, uluslararası hukukun güvenli ülke kriterlerinden biri olan “kimsenin ırk, din, ulus farkı, bir toplumsal gruba ya da siyasi görüşe aidiyeti yüzünden can güvenliği ve özgürlüklerinin tehlike altında olamayacağı” ilkesiyle de sorunları var. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin temel özgürlüklerin ihlali gerekçesiyle Türkiye aleyhinde verdiği kararlar ortada. Bunlar, Avrupa Birliği açısından sadece hukuki değil, usul açısından da sorunlar yaratacak nitelikte.
Avrupa Birliği insan hakları ve uluslararası mülteci hukuku itirazlarını gidermeyi başarsa bile, 2009 yılından beri Türkiye’nin üyelik yolunu tıkayan asıl engeli, yani Kıbrıs’ı nasıl aşacak?
Kıbrıslı Rum cumhurbaşkanı Nikos Anastasiades, Financial Times gazetesine verdiği mülakatta, dondurulmuş fasılları baskı karşısında açmaya asla razı olmayacağını bildirdi.
Önümüzdeki birkaç gün içinde Türkiye’den, Kıbrıs’ı resmen tanımasa da Kıbrıslı Rumların koyduğu engellerin aşılmasını sağlayacak uzlaşıcı adımları atmasını beklemek gerçekçi değil. Bu sabah konuştuğum bir Kıbrıslı Rum meslektaşımın deyişiyle de “Anastasiades baskılara boyun eğerse, cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmaya devam edemez. Her halukarda, iki toplum lideri arasındaki görüşmeler de kilitlenir”.
Türkiye-Almanya planı,ne kadar çok övünülürse, sahiplerinin elini o kadar çok yakacak ateşten bir topa dönüşüyor.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın