9 Aralık Pazartesi, Türkiye’de güzel bir gündü.
Geçen hafta Anayasa Mahkemesinin dört yıldan uzun tutukluluğunun makul süreyi aştığına hükmetmesi ardından, gazeteci ve milletvekili Mustafa Balbay, 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tahliye edildi.
2008 Eylül ayından beri cezaevinde olan Balbay, bu yıl Ağustos ayında 34 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırlmıştı.
Türkiye’de siyasi davalar sonucu uzun yıllar tutuklu kalan ya da ağır mahkumiyetler alan pek çok başka gazeteci var.
Mustafa Balbay’ın salıverilmesini memnuniyetle karşılıyor ve Türkiye’de ifade özgürlüğü çiğnenen diğer bireylerin tahliyesi sürecinin de başlangıcı olmasını umuyorum.
Balbay’a gecikmiş adalet, tam da ülkede medya özgürlüğüne yönelik doğrudan saldırı olduğunu düşündüğüm bir konuda yazmaya başladığım sırada geldi.
Türkiye, 28 Kasım’dan beri Taraf gazetesi yazarlarından Mehmet Baransu’nun yayınladığı sızdırılmış belgeyi tartışıyor. Sözkonusu haberde, hükümetin 2004 yılında yapılan bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Fethullah Gülen cemaatini bitirme kararına imza attığı ileri sürülüyordu.
Hükümet, metnin varlığını inkar etmedi ancak bu doğrultuda herhangi bir adım atılmadığını açıkladı. Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Hüseyin Çelik de sızdırmanın MİT içinde çalışan bazı kişiler tarafından yapıldığını bildirdi.
Taraf gazetesinin yayınladığı MGK belgesi, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti ile Fethullah Gülen cemaati arasında zaten bir süredir varolan çekişmeyi iyice alevlendirdi.
Başbakanlık, MİT ve Milli Güvenlik Kurulunun Taraf ve Baransu hakkında ayrı ayrı yaptıkları başvurular ardından, ‘Devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken belgeleri açıklama’, ‘Siyasal ve askeri casusluk’ ve ‘Yasaklanan bilgileri açıklamak’ suçlarından soruşturma başlatıldı.
Dosyanın Terörle Mücadele Kanunu’nun 10’uncu maddesi ile yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine ek olarak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Baransu’yu vatana ihanetle suçladı.
Mehmet Baransu, meslektaşlarına karşı gazetecilik etiği açısından sorgulanacak bir karneye sahip.
Tesadüfe bakın ki, Baransu’nun kamu yararı doğrultusunda sızdırılan bilgiyi haber yapma hakkını savunduğum yazıma başladığım dakikalarda, Balbay’ın tahliyesi haberi geldi.
Baransu, geçmişte Nedim Şener gibi araştırmacı gazeteciler hakkında yazdığı yazılarla, hapse atılan gazeteci meslektaşlarına yönelik iddianamelere girmiş bir kişi. Üstelik benzer bir tutum takınan tek gazeteci de değil. Medyanın başka tanınmış isimleri arasında da, benzer davalarda meslektaşlarına reva görülen uzun tutukluluk ve hapis cezalarını onaylayanlara rastladık.
Halihazrıda kendisi soruşturmaya uğrayan Mehmet Baransu, Pazartesi günü Balbay’ın tahliyesi ardından son derece talihsiz bir tepki gösterdi. Twitter mesajında Balbay hakkında ‘Balbay tahliye edilmiş geçmiş olsun. Umarım bir daha darbe toplantıları yapıp, muhtıralar hazırlamaz. Komutanım şöyle, şöyle yapalım demez’ gibi bir ifade kullandı.
Türkiye’de medyada son derece yaygın olan Baransu stili gazetecilik hakkında eleştirilecek çok şey var.
İşte tam da bu yüzden, Baransu ve Taraf gazetesini devletten gelen saldırılara karşı savunmanın, medya özgürlükleri konusunda çifte standart yerine ilkeli bir duruş sergilemenin tam zamanı olduğunu düşünüyorum.
Belge sızdırdıkları gerekçesiyle yasal soruşturmaya uğrayan gazeteciler konusu, dünyanın diğer ülkelerinde de şu sıralar gündemi meşgul ediyor.
İngiltere’de yayınlanan Guardian gazetesi de, eski CIA çalışanı Edward Snowden’ın ifşa ettiği Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu NSA’in gizli dinleme faaliyetlerini yayınladığı gerekçesiyle, 2000 yılında yürürlüğe giren Terörizmle Mücadele yasası uyarınca soruşturma tehdidiyle karşı karşıya.
Guardian gazetesinin genel yayın müdürü Alan Rushbridger, geçen hafta Avam Kamarasında Ulusal Güvenlik Komisyonu önünde ifade vermeye çağrıldı.
Bir milletvekilinin ‘ülkenizi seviyor musunuz?’ sorusuna yanıt olarak Rushbridger, ‘Ben ve Guardian’daki diğer gazeteciler vatansever insanlarız’ dedi ve ekledi:
“ Bu ülkeyi sevme nedenlerimden biri de yazma, düşünme ve haber verme özgürlüğüne sahip olmamız, mahremiyet hakkımızın olmasıdır.”
Haberalma örgütlerinin izleme faaliyetleri, temel görevleri olan vatandaşlarının güvenliğini sağlamanın çok ötesine geçti. Snowden’ın ifşaatları Amerika Birleşik Devletlerinde Ulusal Güvenlik Kurumunun dünya çapında her gün en az beş milyar cep telefonu hakkında istihbarat topladığını ortaya koydu.
Telefon, elektronik posta, sms mesajları ve sosyal medya üzerindeki bu boyutlarda izleme faaliyeti, her bireyi etkileyen ve ilgilendiren ciddi soruları beraberinde getiriyor.
Haberalma örgütlerinin faaliyetlerini denetleyen kurumlar, yeterince etkili değil. Böylesine yaygın ve kontrolsüz devlet gizliliği, ciddi hak ihlallerine yol açabilecek bir durum.
Demokratik ülkelerde, özgür basının rolü, hükümetlerden hesap sormak, bu türden faaliyetlerin meşruluğunu ve yasallığını sorgulamaktır.
Türkiye’de ise medyanın ilave bir görevi daha var. Fethullah Gülen cemaati türünden oluşumların yargı, emniyet ve haberalma kurumlarındaki örgütlenme ve nüfuzunu da araştırmak ve ortaya çıkarmakla sorumlular.
İfade ve basın özgürlüğüne, kamu yararı için çalışan gazeteciliğe inanan bizler, Cemaat yanlısı gazetecilere yönelik baskıları kınıyor ve karşı çıkıyoruz.
Ama unutulmamalı ki, bugün haklarını savunduğumuz Gülen sempatizanları, geçmişte Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi meslektaşlarımızın hapse tıkılmasında kayda değer rol oynadılar.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın