Bu haftanın üzücü ve bir o kadar da olağandışı olayları, endişelenmemiz gereken durumun sadece hak ve hukukun çiğnenmesiyle sınırlı kalmadığını , normalde bir toplumu birarada tutan temel değer ve ilkelerin de giderek erozyona uğradığını gösterdi. Salı günü tanık olunan terör eylemi bile ortaklaşa, tek bir ağızdan kınanamadı. Ülkenin liderleri de insani bir trajediyi siyasi emellerine alet etmekten geri kalmadılar. Kimse, yapılan açıklamalara inanmadı, komplo teorilerine her saat yenileri eklendi.
Mart ayının son gününde, Türkiye’nin 81 ilinde yaşam, nedeni hala açıklanamayan bir elektrik kesintisi yüzünden felç olmuşken, geçmişte de karanlık eylemlere imza atmış bir sol örgütün iki militanı, İstanbul’un Çağlayan Adliye Sarayı’na girip, bir savcıyı rehin aldılar.
Saldırıya hedef olan savcı Mehmet Selim Kiraz, Gezi olayları sırasında polisin ateşlediği gaz kapsülüyle yaralanıp, aylar sonra ölen 15 yaşındaki Berkin Elvan’ın davasını soruşturan ve anlaşıldığı kadarıyla da önemli bazı ayrıntıları ortaya çıkaran kişiydi. Kısa adı DHKP-C olan Devrimci Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi, amacını Berkin Elvan olayında adaletin yerini bulması, suçlu polislerin ortaya çıkarılması olarak açıkladı ve talepleri yerine getirilmediği takdirde savcıyı öldürme tehdidinde bulundu. 6 saat süren pazarlıklar ve Berkin Elvan’ın babasının svcının serbest bırakılması için yalvarışlarına ragmen, olay, güvenlik güçleriyle militanlar arasında silahlı çatışmayla sonuçlandı.
Hem savcının hem de saldırganların ölümüyle son bulan ve bir çok boyutu karanlık olan olay, henüz araştırılmadan, ayrıntıları gün ışığına çıkmadan, Cumhurbaşkanı tarafından başarı olarak ilan edildi.
Sorgusuz, bilgisiz sonuca varan ve zamansız yorumda bulunan sadece cumhurbaşkanı da değildi. Ana muhalefet partisinin lideri Kemal Kılıçdaroğlu da, henüz rehin tutma olayı devam ediyorken, saldırının elektrik kesintisiyle olası ilintisi ve haberalma örgütünün rolü üzerine spekülasyona girişti. Başbakan da fırsat bu fırsat, muhalefete karşı atağa geçerken, öldürülen militanların aileleri de cenazelerini kaldırırken kalabalıkların fiziki ve sözlü saldırılarına hedef oldular.
Medyanın tutumu da endişe vericiydi. Saldırganların, örgüt flaması altında savcının kafasına silah tuttuğu göüntüleri, eylem hala devam etmekteyken yayınlamakta mesleki etik açısından bir sakınca görmediler.
Hükümet, bütün gösterileri yasaklama tehdidiyle karşılık verdi. Savcının cenaze töreninde konuşan başbakan Ahmet Davutoğlu, sokağa izinsiz şekilde çıkana bir dakika bile müsamaha gösterilmeyeceğini bildirdi.
Başbakan, ayrıca rehin tutulduğu sırada fotoğraflarını yayınlayan medya kuruluşlarının savcının cenaze törenine alınmaması emrini bizzat kendisinin verdiğini açıkladı. Törenin yapıldığı Eyüp Sultan Camisine Hürriyet, Vatan, Cumhuriyet, Taraf, Samanyolu TV, CNN Türk and Doğan Haber ajansının da aralarında bulunduğu bazı medya kuruluşları sokulmadı..
Medyanın, eylem devam ettiği sırada insan yaşamını tehlikeye atacak her türlü hareketten kaçınması, rehin alma eylemini gerçekleştiren militanlarla doğrudan temasa geçmemesi ve yetkillerin direktiflerine uyması, yaygın olarak kabul gören meslek kuralları arasındadır. Ancak, yetkililer, bir haberin görmezden gelinmesini, halkın bilgilendirilme hakkının çiğnenmesini talep edemezler. Herhangi bir silahlı eylem sırasında can güvenliğinin korunması amacıyla kısa süreli haber yasağı getirilebilir. Gazeteciler de suç işleyen kişi ya da örgütlerin propoganda amaçlarına alet olmamak için özen göstermek zorundadırlar. Ama terörizmle mücadele, kamu çıkarına hizmet eden haberciliğin sınırlanması için mazaret olarak kullanılamaz.
Türkiye’de hükümet son dört yıl içinde 150’den fazla yayın yasağı getirdi. Bu son olayda konulan yayın yasağının makul bile olsa tepki ve kuşkuyla karşılanmasına şaşmamak lazım. Hele, olay ardından orantısız ve baskıcı bir şekilde yedi gazeteye terör örgütü propogandası yaptıkları gerekçesiyle dava açılması, ifade özgürlüğünün tartışmasız ayaklar altına alınması demektir.
CNN televizyonunun emektar Türkiye muhabiri ve yorumcusu Ivan Watson’ın deyimiyle geçen Salı günü tanık olunan gelişmeler, Türkiye hakkında pek çok gerçeği gözler önüne serdi. ‘Ülke, ardı ardına yaşanan siyasi krizler yüzünden fazlasıyla gergin’ tesbitinde bulunan Watson’a göre daha da vahimi, ‘ülke, artık kendi yarattığı canavarların kurbanı olmaya başladı ’.
This post is also available in: İngilizce
Servet Hassan says
Sn Firdevs Hanım,
Yazdıklarınıza katılıyor ve çok teşekkür ediyorum. Gözlemleriniz umarım dikkate alınır. Aksi takdirde sonumuzu hiç iyi görmüyorum.
Türkiye’de yaşayanlar olayların akışına kendilerini o kadar kaptırmışlar, o kadar taraf olmuşlar ki. Herkes objektif bir değerlendirme yapma yeteneğini kaybetmiş durumda. Doğru yanlış, ilkeli ilkesiz, gerekli gereksiz vs hiç derinliğine düşünülmeden hareket etmenin sonucu geldiğimiz nokta bu.
Halbuki, yurt dışında yaşayan bizler böyle bir durumda hükümetin, tüm partilerin, basının, STK’ların ve vatandaşların, velhasıl tüm tarafların kindar ve fırsatçı değil tam aksine birlik ve beraberlik içinde, krizi tırmandıran değil, çözüm bulmaya yönelik ortak akılda birleşen bir anlayışla ve her zaman sağduyu ile hareket ettiklerini gözlemliyoruz.
En kısa zamanda bu olgunluğa erişmek dileğiyle saygılar.
Servet Hassan