Türkiye, Salı sabahı, üç bakanın oğlu, İstanbul’un en muhafazakar bölgelerinden birinin belediye başkanı, bürokratlar ve Halk Bankası genel müdürünün hedef alındığı benzeri görülmemiş bir yolsuzluk soruşturmasına uyandı.
Yıllardır medyanın boyunduruk altında tutulduğu, haber ve bilgi akışının yönlendirildiği, kuvvetler ayrımının sekteye uğratıldığı bir ülkede, güçlü ve dokunulmaz olduğuna inanlan bireylerin, kolay kolay gözardı edilemeyecek delillerle kamuoyunun gözleri önünde açıkça itham edilmesi, sıradan bir olay değildi.
Eğer Halkbank genel müdürü Süleyman Aslan’ın evinde bulunan 4,5 milyon dolar yeterince sürreal değilse, İran’a altın kaçıran bir çeteye öncülük ettiği iddia edilen Azeri işadamının, bakan çoçukları ve yetkililere ödediği ileri sürülen rüşvet miktarı, gözlerin faltaşı gibi açılmasına yetecek boyutlardaydı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen üç ayrı soruşturmanın, en az on aydır sürdüğü anlaşıldı.
Yolsuzluk ve rüşvet iddiaları, temiz-pak anlamında ‘AK’ diye anılmakta ısrar eden bir hükümeti candamarından vurdu.
Saygınlığını zedeleyebilecek ciddi iddialarla karşı karşıya kalan başbakan ve üst düzey yetkililer, daha once de örneklerini gördüğümüz üslüpla karşılık verdiler. Ülke içinde ve dışındaki karanlık güçleri, iktidarı ele geçirmeye yeltenmek ve Türkiye’nin yönünü, sandığa gitmek dışında her türlü yola başvurarak çevirmeye çalışmakla suçladılar.
Hükümetin icraatı ne zaman mercek altına alınsa duymaya alıştığımız ‘Amerikalı ve İsraillilerin perde arkasındaki rolleri’ varsayımının ortaya atılması da gecikmedi.
Yolsuzluk soruşturması çerçevesinde adı geçen bir bakan, iddiaları ‘ekonomiyi kasıtlı olarak yıpratmak isteyenlerin işi’ ilan etti.
Başbakan Erdoğan boyun eğmeyeceklerini söyledi. Ardından Mali Şube ve Organize Suçlarla mücadeleden sorumlu müdürler de dahil beş yetkili, 52 kişinin gözaltına alınmasını izleyen gün görevden alındı.
Piyasalar ise tatmin olmadı. Skandalin patlak verdiği gün İstanbul borsasınd hisse senetlerinin değerinde yüzde 5,2 oranında düşüş yaşandı.
Gerçekten de başbakan, olup bitenden son ana kadar haberdar edilmeyebilir, suçlananlardan biri oğlu olan İçişleri bakanı operasyonu televizyon haberlerinden öğrenmiş olabilir ama ülkenin geri kalanı, hükümete inen darbenin nereden geldiği konusunda tereddüt yaşamadı.
Fethullah Gülen cemaatinin yargıda ve emniyet teşkilatındaki örgütlenmesi ve gücü, yıllardır biliniyordu.Cemaatin Erdoğan hükümetiyle ilgili memnuniyetsizlikleri , hükümet yandaşı ve Gülen cemaati kontrolündeki medya organlarının da katkısıyla, zaten son zamanlarda kamuoyunun gözleri önünde cereyan eden bir güç mücadelesi haline dönüşmüştü.
Siyasi İslamda sıkça rastlanan türden pragmatizm ve ortak düşmana karşı işbirliği geleneğini sürdüren taraflar,daha önceki yıllarda perde arkasında sürüp giden görüş ayrılıklarına rağmen görünürde sağlam bir ittifak içindeydiler.
Gelgelelim, son zamanlarda hükümetin izlediği dış politika, Gülen cemaati içindeki işadamlarının diğer ülkelerdeki ticari çıkarlarını ciddi şekilde zedelemeye başladı. İsrail’e karşı sürdürülen düşmanca tutum, Suriye krizinin sonucu olarak büyüyen güvenlik tehditleri ve Amerika Birleşik Devletleriyle ilişkilerde yaşanan soğukluk, bu memnuniyetsizliği derinleştirdi.
Geçen yaz Gezi olayları sırasında hükümetin sergilediği sert tutum, Türkiye’nin uluslararası alanda itibarını daha da sarstı.
Fethullah Gülen, Gezi protestoları sırasında Erdoğan’ın liderlik stilini açıkça eleştirdi. Bir kaç ay sonra da cemaatin can damarlarından birini oluşturan dersaneler konusundaki anlaşmazlık suyüzüne çıktı. Giderek büyüyen ihtilaf, son haftalarda bizzat Fethullah Gülen’in ve cemaate yakın çevrelerin, iktidara yönelik ‘utandırıcı ifşaat’ tehditleriyle iyice trımandı.
Türkiye’de iki kuvvetli İslami hareket arasındaki iktidar mücadelesi, başbakanın cemaati ‘devlet içinde devlet’ olmaya çalışmakla suçladığı noktaya gelip dayandı.
Aslında başbakan, haksız da sayılmaz. Amerika Birleşik Devletlerinde yaşayan Fethullah Gülen’in önderliğindeki cemaat, ülkenin yargı sistemine daha önce de defalarca müdahale etti. Karşıtlarını tartışmalı yöntemlerle susturmayı başardı..
Askeri vesayetin ve militan laik kesimin etkisiz hale getirilmesi hedefini paylaşan Erdoğan hükümeti de bütün bu uygulamalara gözyumdu.
Parti liderlerinin, siyasi karşıtların ya da eleştirel gazetecilerin, yasadışı yöntemlerle elde edilen özel hayatlarına ilişkin kayıtlarla, ya da doğruluğu kuşkulu delillerle etkisiz hale getirildiğine, hapishanelere tıkıldığına hep birlikte tanık olduk.
Gülen cemaatine yakın kaynaklar, hükümete yönelik üstü kapalı tehditlerini dile getirmeye başladıklarında pek çok kişi bir kez daha yeni sızdırma metinler, seks kasetleri ve medya üzerinden yürütülen yıpratma taktikleriyle karşılaşılacağını düşündü.
Oysa bugün tanık olduğumuz gelişmeler, geçmişte yaşananların çok ötesinde. Gülen cemaati, olaylarda parmağı olmadığını iddia etse de bu defa, aralarındaki köprüleri tamamen yıkma pahasına hükümete meydan okuyor.
Türkiye’de yolsuzluk iddialarını ilk kez duymuyoruz. Türkiye medyası, iktidardan ve büyük işadamlarından hesap sorma işlevini yerine getiremese bile, başkaları zaten bunu yapıyordu. Transparency International’ın 2013 raporunda Türkiye’de yolsuzluk verilerine bakmak, ne demek istediğimizi anlatmak açısından yeter de artar bile. http://www.transparency.org/country#TUR
Bugün karşı karşıya bulunduğumuz yolsuzluk ve kayırma iddialarının merkezinde olan konulardan biri, kentsel dönüşüm, Gezi olaylarının kıvılcımı değil miydi?
Başbakan Erdoğan’ın ve hükümetinin bu son skandalden ciddi yara aldığına kuşku yok.
Ancak bu defa, Gezi’de olduğu gibi Türkiye’nin global bir güç olmasını engellemeye çalışan karanlık güçleri suçlayarak işin içinden çıkabilmeleri mümkün görünmüyor.
Zeki bir politikacı olduğundan kuşku duymadığım Başbakan, bir kez daha İslamcı karşıtlarını alt edecek adımlar atmayı başararak bizi şaşırtabilir.
Düşünü bile görmediği fırsatları kullanıp, olup biteni sorgulayabilir ve toparlanabilirse, muhalefet de belki önümüzdeki yıllarda AKP’ye ciddi bir alternatif oluşturabilir.
Her halukarda, Türkiye’yi çalkantılı günler, belirsizlklerle dolu bir süreç bekliyor.
Kesin olan bir şey var, bu haftanın gelişmeleri ardından Türkiye’de hiç bir şey eskisi gibi süremez.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın