Türkiye’de siyasi kargaşanın ekonomiye de zarar vermeye başladığı çalkantılı bir haftanın sonunda, haklı olarak ‘yanlış gitmeyen ne’ diye sorabilirsiniz.
İşte benim bakış açımdan, beş başlık altında siyasetin en kırılgan noktaları:
1- Nezaket Eksikliği
Türkiye siyasetinde medeni ve ölçülü davranış tarzının eksikliği, son yıllarda artık iyice belirgin hale geldi. Özellikle Büyük Millet Meclisinde hakaretler içeren öfkeli tartışmalar artık kargaşa ve kavgaya dönüştü.
11 Ocak’ta, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısında öngörülen değişiklikleri görüşmek üzere toplanan Parlamento Adalet Komisyonunda, milletvekilleri birbirlerine su şişeleri ve tablet bilgisayarları fırlatarak saldırdılar.
23 Ocak’ta, hükümet partisinden bir milletvekili tarafından gözüne yumruk atılan bir Cumhuriyet Halk Partili üye, tedavi için hastaneye kaldırıldı. Partisi, başbakana saldırıdan ötürü özür dilemesi çağrısında bulunduğunda, Recep Tayyip Erdoğan asla özür dilemeyeceğini ve ailesine ve kendisine yönelik iddialar için asıl muhalefetin kendisinden af dilemesi gerektiğini söyledi. Başbakan, muhalefetin tutumunun sürmesi durumunda bu tür olaylarla yeniden karşılaşılabileceği uyarısı da yaptı.
Saldırgan ve kaba davranışlara, Türkiye siyasetinde sıkça rastlanır oldu. Nezaket, artık neredeyse zayıflık ve suçluluk belirtisi olarak algılanıyor. Siyasi nezaketsizlikte, muhalefet üyelerine ‘siz’ yerine ‘sen’ diye hitabeden ve çoğu zaman da başına bir ‘ey’ ekleyen başbakan, başı çekiyor.
Başbakanın küçük düşürücü ünlü sözleri arasında, ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik olarak kullandığı ‘bahtsız Bedevi’ benzetmesi, şikayetçi bir çiftçiye ‘ananı da al git’ demesi, görme özürlü bir vatandaşa ‘daha ne istiyorsun, sana iş vermedik mi’ diye sorması sayılabilir.
Ama Erdoğan, en ağır hakaretleri genellikle gazetecilere saklıyor. ‘Sizi tasmalarınızdan kurtardık’, ‘Bunlar köpekleriyle yatıp kalkarlar’, Nuray Mert’e ‘namert’ ve son olarak da ülkenin en saygın ve çalışkan gazetecilerinden Hürriyet yazarı Sedat Ergin’e ‘zavallı’ diye hitap etmesi gibi.
Siyasetçiler tarafından dile getirilen hakaret ve küfürler listesinde adı geçenler, sadece hükümet kanadından da değil. Muhalefetin seviyesi de aynı ölçüde olmasa bile, hükümet partisinden pek geri kalmıyor. Fakat, parlamenter siyasetin görgü kurallarını hiçe sayan ve kendi partililerinden yüksek standartlar beklemeyen başbakanın kötü örnek olduğu kesin.
Kabalık ve tehdit konusundaki örnekleri çoğaltmak mümkün ama bu alanda en kötü örneklerden birini oluşturan AKP’li Ankara Belediye başkanı @06melihgokcek Twitter hesabına bakmanız, ne demek istediğimi anlatmaya yeter de artar bile.
2- Paranoya
Bizim oylarımızla seçildiğini gözönünde tutarsak, Türkiye siyaset sahnesinde yeralan bireyler arasında yoğun bir kendini saldırıya açık hissetme ve aynı zamanda abartılı bir kendini büyük görme ve kibir eğilimine rastlanması aslında o kadar şaşırtıcı mı?
Başka ülke ve uluslara yaklaşımı sorgulayan uluslararası kamuoyu araştırmalarının hemen hepsinde, Türkiye vatandaşlarının yabancılara karşı olumsuz duygular beslediği sonucu alınıyor. Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve Avrupa Birliği, en fazla güvensizlik duyulan, tehlikeli algılanan güçler arasında başta gidiyor. Hatta, Türkiye vatandaşı olan ama Müslüman olmayan bireylere karşı da benzer bir kuşku besleniyor.
‘Bir Türk dünyaya bedeldir’ sloganı ile büyüyen kuşaklara mensup kayda değer bir çoğunluk, ‘Türkün Türkten başka dostu yoktur’ inancını taşıyor.
Kısacası, bir genelleme yapacak olursak, paranoyaya yatkın bir toplumuz.
Ama Türkiye’de bugün hükümetin sergilediği paranoya, toplumdakini kat kat aştı.
Hükümete karşı tuzak kuranlar listesine son olarak da büyük işadamlarının örgütü TÜSİAD eklendi. Başbakan Erdoğan, hükümetinin yargı bağımsızlığına müdahalelerini eleştiren TÜSİAD başkanını vatan haini ilan etti.
Başbakanın benzer komplo ve ihanet suçlamalarına daha önce de aralarında Türkiye’nin en yakın müttefiklerinin de bulunduğu bazı ülkeler, ululsararası para piyasaları, uluslararası ve ulusal medya kuruluşları, işadamları örgütleri, düşünce kuruluşları ve rakip dini cemaatler de hedef olmuştu.
Bu gidişle Türkiye’de vatanperverliğin tek ölçüsü, büyük önder Erdoğan’a sorgusuz sualsiz bağlılık olacak.
3- Kapasite eksikliği
Yıllardır tanık olunan kayırmacılık ve kadrolaşmanın kaçınılmaz sonucu, ülkede ciddi bir insani kapasite eksikliği.
Başbakan, etrafında kendisine her koşul altında itaat eden kişiler istiyor. Danışmanlarını da kendisine verecekleri tavsiyelerin kalitesine ve kültürel birikimlerine bakarak değil, muhaliflerini yola getirme yeteneklerini ölçüt alarak seçiyor. Danışmanların ve bürokratların görevi, başbakanı ve iktidarını yüceltmek ve yücelttirmek.
Recep Tayyip Erdoğan’ın herşeyin denetimini elinde tutma ve sorgusuz sualsiz itaat isteme şeklinde özetlenebilecek liderlik tarzi, ülkenin en temel kurumlarını, özellikle de dışişleri bakanlığını ciddi şekilde zedeledi.
Hızla değişen dünya koşullarının gerektiği gibi analiz edilememesinde bu, ciddi bir etken olarak öne çıkıyor.
4- Vizyon eksikliği
Türkiye bugün, karmaşık sorunlara uzak görüşlü bir bakış açısıyla yaklaşamamanın sıkıntısını yaşıyor. Dünyada ve bölgesinde meydana gelen hemen her önemli gelişme öncesinde, işaretler ya görülemedi ya da yanlış okundu. Arap Baharından Suriye krizine, enerji politikalarından bilim ve teknoloji alanındaki yatırımlara kadar geniş bir alanda, yanlış kararlar alındı, hatalı ittifaklar kuruldu. Uzun erimli planlama, bu hükümetin en zayıf noktalarından bir tanesi. Kısa erimli çıkarları gözetirken, bariz riskleri gözden kaçırıyor. Daha da kötüsü, kısa erimde kendi varlığını korumak için ülkenin uzun erimli çıkarlarını tehlikeye atabiliyor.
5-Şeffaf değil
Yönetimlerin şeffaflığı ve hesap verebilir olması, liberal demokrasilerin köşe taşlarını oluşturan siyasi ilkelerdir. Serbest ve adil seçimlerin, tek başına bir ülkeyi demokratik yapmadığını Türkiye örneğinde görüyoruz. Hükümet, yargının bağımsızlığını ve hukukun üstünlüğünü çiğneyerek kendisinden hesap sorulmasını da önlüyor.
Vatandaşların demokratik düzende söz sahibi olması, iktdarın, muhalefet partileriyle ve sivil toplum kuruluşlarıyla açık ve uyumlu bir şekilde çalışmasıyla mümkün. Başbakan Erdoğan ve bakanları ise, ‘taraf olmayan bertaraf olur’ prensibiyle toplumu kutuplaştırıyor.
Şeffaf olmayan sistemde, yolsuzluk da artıyor. Son yolsuzluk skandali aslında büyük bir şaşkınlık yaratmadı çünkü konuşulamasa, araştırılamasa ve yazılamasa bile, usulsüzlük ve yolsuzluğun varlığı biliniyordı.
Günümüzde, siyasette ve finans dünyasında şeffaflığı garanti almak, bağımsız bir medya olmadan mümkün değil.
Ve evet işte, Türkiye’nin dünyada birinciliği kaptırmamakta kararlı olduğu tek alan da bu. Medyaya sansür uygulamak ve en fazla sayıda gazeteciyi hapse atmak.
This post is also available in: İngilizce
Nurten Kınden says
Türk siyaseti ve siyasetçilerinde tesbit edilen eksik ve kusurlar tarafsız,nazik,açık ve akıcı bir üslupla anlatılmış…teşekkürler Firdevs Robinson..yüreğine ve kalemine sağlık..