Türkiye’nin halk oyuyla seçilen ilk cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yeni bir dönemin kapılarını açmayı vaadediyor. Seçim zaferini ilan ettiği Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Merkezi balkonunda yaptığı konuşmada “Bugün Türkiye için bir milattır. Türkiye için küllerinden doğuşun, yeni Türkiye’nin kuruluşunun günüdür” dedi.
Toplam geçerli oyların yüzde 51,79’unu toplayarak en yakın rakibinden 13 puan fazla destek almayı başaran Recep Tayyip Erdoğan, ülke siyasetine önümüzdeki yıllarda da yön verecek siyasetçi konumunu pekiştirdi. Eğer arzuladığı anayasa değişikliğini gerçekleştirip yürütme yetkisini cumhurbaşkanının elinde toplamayı başarırsa, ülkenin gidişatını değiştireceğine kuşku yok. Ancak kendisine oy vermeyen seçmen nüfusunun diğer yarısının da gözünde meşru cumhurbaşkanı olabilmesi sanıldığı kadar kolay olmayabilir.
‘Yeni kapıların açıldığı yeni dönemde’, büyük olasılıkla bugüne dek görmeye alıştığımız davranış biçimleriyle karşılaşmaya devam edeceğiz. Halktan aldığı yeni yetkiyle kendine güveni artmış güçlü lider, toplumu kutuplaştırma eğilimi daha da güçlenerek bugünkünden de otoriter bir tutum takınacaktır. Ülkenin kurumları, denetim ve dengeleri daha da zayıflatacak şekilde baskı altında kalacaktır. Medya üzerindeki sansür daha da artacaktır.
Cumhurbaşkanlığı seçimini izlemek üzere gelen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AGİT ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi (PACE) ortak gözlem heyeti, oylamadan bir gün sonra Ankara’da düzenlediği basın toplantısında ön raporunu açıkladı.
Uluslararası gözlemciler, üç adayın genelde toplanma ve ifade özgürlüğüne uygun olarak propaganda yapabildiklerini, kampanyalarını sürdürebildiklerini ancak Başbakan’ın resmi pozisyonunun ve medyanın eşitsiz kullanımının, Erdoğan’a rakipleri karşısında haksız bir avantaj sağladığını bildirdiler. Ayrıca, Yüksek seçim Kurulunun 2012 Cumuhurbaşkanlığı Seçim Yasası’ndan daha eski bir kanunu uygulama kararını da eleştirdiler ve bunun devletin idari kaynaklarının kötüye kullanılmasına olanak sağladığını belirttiler.
Gözlemci heyet, 6-8 hafta içinde yayınlayacağı ayrıntılı raporda medyanın yanlı tutumu ve medya özgürlükleri konusuna daha detaylı olarak eğileceğini açıkladı. O raporda, AGİT Medya Özgürlükleri Temsilcisi Dunja Mijatovic’in seçimden hemen önce Başbakan tarafından The Economist muhabiri Amberin Zaman’a yönelik sözlü saldırıyı kınayan açıklamasının desteklendiğini görmeyi bekliyorum.
Pazar günkü cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 73,13 oranındaki katılım, Türkye standartlarına göre nisbeten düşüktü. 56 milyon seçmenden yaklaşık 21 milyonu Erdoğan’a, 15 milyon kadarı en yakın rakibi ortak aday Ekmeleddin İhsanoğlu’na, 4 milyon kişi de HDP’nin Kürt adayı Selahattin Demirtaş’a oy verdi.
51,79 oranında oy, Recep Tayyip Erdoğan’a, seçimi ilk turda kazanma şansı tanıdı ancak ülkeyi başkanlık sistemine dönüştürecek oranda yüksek bir destek olmayabilir.
Şimdiden hem kendi partisi içinden hem de dış dünyadan gelecek ciddi sorunlarla karşılaşacağının işaretleri görülüyor.
Selefi Abdullah Gül, 28 Ağustos’ta görevi devrettikten sonra aktif politikaya, kurucularından olduğu Adalet ve Kalkınma Partisinde devam edeceğini açıkladı.
Devir teslimden bir gün önce 27 Ağustos’ta parti kongresini toplama kararı alan yeni cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, birlikte çalışacağı başbakan olarak Gül’ü düşünmediği açık.
Ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı Al Babacan’ın da bir kenara itildiği görülüyor. Başbakanın tartşmalı baş danışmanı Yiğit Bulut’un son zamanlarda Babacan’a yönelik sözleri, Babacan’ın yeni yönetimde yer almayacağı söylentilerini kuvvetlendirmekte. Başbakan ile Merkez Bankası arasında faiz oranlarına ilişkin görüş ayrılıkları da Türkiye’nin ekonomi politikasının tutarlılığı konusunda soru işaretleri yaratıyor.
İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında yeralmasına karşın Türkiye’nin enflasyonu kontrol eden, döviz kurları ve kredileri sürdürülebilir düzeyde tutan para ve maliye politikaları izleyerek büyümesi gerektiğini bildiriyor.
Dış dünyadan gelebilecek tehditler, sadece ekonominin geleceğini tehlikeye atmıyor. Giderek artan oranda istikrarsız ve çatışmalı bir bölgede bulunan Türkye’nin ciddi dış politika sorunları da var. Üstelik bunların çoğu Recep Tayyip Erdoğan’ın ve dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kısa erimli politik kararlarından kaynaklanıyor.
Eğer düşünüldüğü gibi Ahmet Davutoğlu, bundan sonraki başbakan ilan edilirse, Türkiye’nin komşularıyla olan sorunlarının katlanarak süreceğini tahmin etmek yanlış olmaz.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın