Türkiye’nin Ekim 2005’te başlayan Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde, hiç bugün olduğu kadar sorunlu bir noktaya gelinmemişti. İlişkiler, geçen yılki Gezi olaylarından beri zaten kötüleşmekteydi. Aralık 2013’te ortaya atılan yolsuzluk iddiaları ve onu izleyen aylarda bu iddiaların soruşturulmaması , inişi daha da hızlandırdı. Bardağı taşıran son damla, ülkede hukuksuzluğun ve yargı bağımsızlığının zedelenmesinin son örneği, 14 Aralık operasyonu oldu. Yasalarda yapılan değişiklikler ardından Gülen hareketine yakın medya mensupları ve bir polis müdürüne yönelik baskın ve tutuklamalar, Avrupa Birliği’nin sert tepkisine neden oldu.
Türkiye’ye yaptığı üst düzey ziyaretin üzerinden bir hafta geçmeden düzenlenen bu operasyon, Birliğin Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’nin, Avrupa Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Komiser Johannes Hahn ile ortaklaşa yayınladığı açıklamayla, demokrasinin temel ilkelerinden biri olan basın özgürlüğünün ihlali olarak kınandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanıtı ‘Avrupa, kendi işine baksın’ oldu. Türkiye’ye demokrasi dersi vermeye kalkmamalarını, tersine isterlerse gelip Türkiye’den demokrasi dersi alabileceklerini söyledi Erdoğan.
Eğer cumhurbaşkanı, başbakan ve dışişleri bakanı, eleştirilere verdikleri sert tepkilerle, Avrupa Birliğinin korkup, geri adım atacağını düşündülerse, ciddi şekilde yanıldılar.
Çünkü, duydukları azar, Avrupalılarda ‘artık hiç birşeyin eskisi gibi olmayacağı’ düşüncesini iyice pekiştirdi. Türkiye’nin en önde gelen destekçilerini bile tavır değiştirmeye zorladı. Yıllardır, Türkiye seven bir İngiliz temsilci olarak tanıdığım Avrupa uzmanı ve eski Avrupa Parlamentosu üyesi Andrew Duff, Euractiv.com için yazdığı bir makalede. Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım müzakerelerinin askıya alınması çağrısı yaptı.
‘Erdoğan, demokratik yollarla seçilmeyi biliyor ama bir demokrat gibi idare etmeyi bilmiyor. Muhalefet partilerine hakaret ediliyor. Dini ve kültürel azınlıklar, özellikle de Alevilere ayrımcılık yapılıyor. Liberal medya, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler baskı altında. Devlet okulları, İmam Hatipler lehine ihmal ediliyor. Laik, liberal Türkiye’ye, dayatılan muhafazakar İslamcı aile politikalarıyla meydan okunuyor. Kısacası, Türkiye giderek daha az Avrupalı bir ülke haline geliyor’ dedi.
Avrupa Parlamentosunda 17 Aralık’ta yapılan oturumda konuşan ve kendisini Türkiye’nin eleştirel bir dostu olarak tanıtan üye Marietje Scaake da sözünü sakınmayanlardan. . “Avrupalı Türkiye düşümüz kabusa dönüştü” deyip, ekliyor “Artık uyanma zamanı geldi”.
Avrupalılar, Türkiye’yi, Türkiye yetkililerinin zannettiğinden daha yakın izliyor ve analiz ediyor. Marietje Scaake’nin Fethullah Gülen hareketinin geçmişte Erdoğan hükümetiyle ittifakı ve işbirliği konusunda söyledikleri bunun iyi bir örneği.
“Fethullah Gülen ve hareketi Hizmet ile AKP, elbirliği yapıp bir canavar yarattılar ve önlerine çıkana saldırdılar. Şimdi birbirlerine vuruyorlar ve bunu yaparken de zaten zedelenmiş hukuku daha fazla ihlal ediyorlar. ”
Yetkililerin gazetecilere ve ülkedeki özgür seslere yönelik gayrı meşru baskılarını, keyfi gözaltıları ve tutuklamaları , dolaylı yollarla medya patronlarına yapılan baskıları ve yolsuzlukları ortaya çıkaranlara karşı uygulanan karalama kampanyalarını protesto eden Avrupa Gazeteciler Birliği (AEJ) de, gözlatına alınan bazı gazetecilerin geçmişte Ahmet Şık, Nedim Şener ve Soner Yalçın gibi meslektaşlarına yapılanlara ya sessiz kaldığını ya da açıktan desteklediğini vurgulamakla birlikte, bunun şimdi yapılan hukuksuzluk karşısında tepkisiz kalmak için bir gerekçe olamayacağını bildirmekte.
AEJ Başkanı Otmar Lahodynsky ile başkan yardımcısı ve Medya Özgürlükleri Özel Temsilcisi William Horsley, Türkiye yetkililerini, gözaltıların demokrasi ve hukuk ilkeleri çerçevesinde yapıldığını kanıtlayacak delilleri derhal ortaya koymaya çağırıyor ve ekliyor “ Özgür basın susturulamaz, basını susturan bir rejim de demokrat olamaz. ”
Türkiye’nin demokratik kurumlarındaki standart düşüşü, hukuk ilkelerinin çiğnenmesi ve yargı bağımsızlığının zedelenmesi, Avrupa Birliği ile ilişkileri çıkmaza sokan ana nedenler. Ancak Orta Doğu’daki güvenlik sorunları, Rusya ile AB arasında bozulan ilişkiler ve Avrupa ekonomilerinin kırılganlığı gözönünde tutulduğunda, Avrupa Birliği’nin Türkiye ile ilişkilerini alelacele koparması düşünülemez. Aynı şekilde, NATO üyesi Türkiye’nin, doğrudan yabancı yatırımlarının çoğunluğunun geldiği, en büyük ticaret ortağı Avrupa Birliğine sırt çevirmesi de sanıldığı kadar kolay değil.
Ama unutulmamalı, her iki tarafın da bu ilişkiye giderek soğuk yaklaşmakta olan kamuoyları var.
TNS Piar tarafından yapılan son kamuoyu yoklaması, Türkye’de Avrupa Birliğine üyeliğe desteğin son yılların en düşük düzeyine indiğini gösteriyor. Altı ay önce yüzde 38 dolayında olan destek, bugün yüzde 28’e düşmüş durumda.
Avrupa Birliği ülkelerinde 2014 Mayıs’ında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de Avrupa Birliğine şüpheli yaklaşan partiler zafer kazandı. İslamcı örgütlerin saldırılarından ve göçmen sayısının kontrolden çıktığından endişelenen kayda değer bir kesim, Birliğin genişlemesi sürecine giderek daha olumsuz yaklaşıyor.
Türkiye’nin Avrupa Birliği kurumlarına yönelik azarlayıcı ve umursamaz tonu, tek tek üye ülkelerle ilişkilerdeki pürüzlerle daha da kulak tırmalayıcı olmakta.
Eğer Almanya’da, casusluk yaptıkları gerekçesiyle gözaltına alınan üç Türk vatandaşına yönelik suçlamalar kanıtlanırsa, Avrupa Birliğinin en güçlü ülkesiyle ilişkilerin olumsuz etkileneceğine kuşku yok. Hele hele henüz doğrulanmayan haberlerde iddia edildiği gibi casuslukla suçlananlardan birinin hükümetle yakın ilişkileri varsa.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın