Sınırların yeniden şekillenmeye yüz tuttuğu bir bölgede, komşusu kan gölüne dönen, yüzlerce vatandaşı da hala rehin tutulan Türkiye’nin liderleri, şaşırtıcı bir sükunet sergiliyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ağustos ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimi için kampanyasını aralıksız sürdürüyor. Hatta 2015 yılındaki genel seçimler için fişeğin ateşlenmesinden sözediyor. Ülke içindeki muhalefete sözlü saldırılardan da geri kalmıyor. Ana muhalefet partisi CHP’yi ‘paçavra’ya, MHP’yi ise ‘ağzından salyalar akan bir liderin idaresindeki maymuna’ benzetiyor.
Öfkesinin asıl hedefi ise, İslamcı rakibi Fethullah Gülen hareketi. Türkiye’nin diplomatları ve devlet memurları, geçen yıla kadar büyümesine yardımcı olma direktifi aldıkları cemaatin ülke içinde ve dışındaki okullarını kapattırmaya çalışmakla meşguller. Başbakan, partililerine ‘bu ihanet şebekesini’ sadece Türkiye’de değil tüm dünyada tanıtmanın görevleri olduğunu söylüyor. Önceki gün Avrupa Birliği büyükelçileriyle yaptığı toplantıda onlara da anlattığını ve bu süreçte Avrupalıların veballerini de yüzlerine vurduğunu belirtiyor.
Avrupalı büyükelçiler,başbakanla komşu ülkedeki Sünni aşırı güçlerin büyüyen tehdidini ve Irak’ın parçalanma yolunda ilerlemesini konuşmaya geldilerse, cemaat konusunun gündeme getirilmesini herhalde şaşkınlıkla izlediler. Meclis Dışişleri Komisyonunda muhalefet partili üyelerin, Musul’da IŞİD tarafından rehin alınan konsolosluk personeli ve diğer rehineler hakkında Dışişleri bakanlığı tarafından bilgilendirilme taleplerinin kabaca reddedilmesi de parlamenter demokrasilerde rastlanmayan türden bir olaydı. CHP’li ve MHP’li üyeler, komisyonu terk ederek hükümetin tutumunu protesto ettiler.
Başbakanın Musul’daki rehinelerle ilgili haber ve yorumların durdurulması talimatı ardından, 17 Haziran’da, Ankara’da bir mahkeme haber yasağı koymuştu. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü ‘düpedüz sansür’ diye tanımladığı yayın yasağının kamuyu ilgilendiren bir konuda bilgilenme hakkını ihlal ettiğini savunmuştu.
Hükümetin baskılarına ek olarak yargının ağır elini üstünde hisseden medya, konuyla ilgili haber ve yorumlarına son verdi.
Kamuyu ilglendiren ancak hükümet açısından hassas olan konularda yayın yasağına başvurma yöntemi Türkiye’de daha önce de örnekleri görülen bir uygulama. 17 Aralık yolsuzluk soruşturması ardından, Suriye’ye yardım taşıdığı ileri sürülen MİT’e ait kamyonların aranması girişimini izleyen günlerde ve Dışişleri bakanlığındaki üst düzey Suriye güvenlik toplantısının ayrıntılarının sızmasından sonra da benzer yasaklar getirildi.
Yetkililer, Musul’da IŞİD’in kaçırdığı vatandaşların ‘rehine’ olmadıklarında ısrar ettiğine göre, medyanın susturulmasının gerekçesi can güvenliği ya da olası bir operasyonun selameti olamaz. Nitekim, en son kararda mahkemenin gösterdiği gerekçelerden biri ‘gereksiz, gerçeğe aykırı haberlerlerle devletin zafiyetinin ortaya konması’ endişesi olarak karşımıza çıktı.
IŞİD militanlarının Irak’ın en büyük hava üslerinden birini ve yeni petrol kuyularını ele geçirdiği, Suriye’deki El Kaide uzantısı El Nusra Cephesiyle itifaka girdiğini açıkladığı günde konuşan başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’deki iki muhalefet partisini , IŞİD’e karşı kışkırtıcı bir uslüpla konuşması için hükümete baskı yapmakla suçladı.
Ardı arkası kesilmeyen dış politika başarısızlıkları ve hataları ardından, acaba hükümet Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu tehlikeyi kasıtlı olarak mı küçük gösteriyor yoksa gerçekten tehditin boyutlarını göremiyor mu diye soruyorum kendi kendime.
Yoksa, kimi yorumcularının iddia ettiği gibi ‘bilmediğimiz gizli bir oyun’ mu oynanıyor?
Irak’taki durum, her geçen gün daha karmaşık ve öngörülemeyen bir hal alıyor. Londra merkezli düşünce kuruluşu European Council on Foreign Affairs tarafından yayınlanan bir briefing de de ifade edildiği gibi, dikkatli ve ölçülü bir tepki gerekiyor. Sadece IŞİD’in yükselişi ya da terörizm karşıtı önlemlere ya da Irak başbakanı Nuri El Maliki’nin uzaklaştırılması gibi formüllere odaklanmak, daha geniş tabloyu gözden kaçırmak, ciddi bir hata olur.
Irak’ta uluslararası güçlerin ayağını kaydıracak pek çok etken var. Türkiye’nin düşebileceği tuzak sayısı ise daha da fazla. İktidar partisi AKP’nin kurucularından Dışişleri eski bakanı Yaşar Yakış’in Today’s Zaman gazetesindeki köşesinde dikkat çektiği husus, bunlardan biri. Yaşar Yakış, kuzey Irak’ta IŞİD’le birlikte hareket eden Sünni Türkmenlerin Şii Türkmenlerin karşısında yeraldıklarını söylerken “ Sünni Türkmenler, Musul’da Türkiye Konsolosluğunun personelini rehine alanlarla aynı yerde duruyor. Türk yetkililerin bu karmaşık ikilemi çözmesi gerekecek. Bu zor işi başarabilmek için de çok sayıda ince ayar gerekiyor” demekte.
Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti, aldığı kararların, attığı adımların sorgulanmasına izin vermiyor. Ülke içinde hükümetten hesap soracak, zararlı ya da yanlış politikalara işaret edip frenleyecek güçte bir kurum da kalmadı. Kamunun çıkarlarını gözetleyip koruyacak güçler birer birer etkisiz hale getirildi.
İçinde bulunduğumuz türden kritik günlerde, çoğulcu bir demokratik sistemde bulunması gereken denge ve ayarların, gözetimin ve bağımsız bir medyanın eksikliği, her zamankinden daha fazla korkutucu geliyor.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın