Korktuğumuz başımıza geldi. Türkiye’nin teröre karşı ‘eş zamanlı’ savaşı, IŞİD’i büyük ölçüde pas geçti geçmesine ama Kuzey Irak’taki ve güneydoğudaki PKK hedeflerine yönelik operasyonlarla ülke, bir şiddet sarmalına sürüklendi.
Zaten bir süredir bölgede alternatif yapılanmalar oluşturmakla meşgul olan Kürdistan İşçi Partisi PKK da, saldırılarına yeniden başlamak için hiç vakit kaybetmedi. Özerklik ve öz savunma kuvvetleri gibi kışkırtıcı çıkışlarla, iki yıldır süren göreceli huzura son noktayı da böylece PKK koymuş oldu.
Türkiye, tehlikeli ve uzun sürecek bir istikrarsızlıkla karşı karşıya. Her iki taraf da ülkeyi bir iç savaşa sürükleyebilecek adımlar atmaktan vazgeçmezse, bizi bekleyen daha büyük felaketler var.
30 yıla yakın sonuçcuz bir mücadele ardından Türkiye’nin yeniden acımasız bir silahlı çatışma ortamına girmesi, kendi başına yeterince korkutucu. Güvenlik güçlerinin orantısız müdahaleleri, sivil halka ve ele geçirilen mlitanlara küçük düşürücü ve insanlık dışı muamele yapıldığı yolundaki haberler, yetkililerin sert ve duyarsız açıklamalarıyla birleştiğinde, varolan etnik uçurumu, kapanması zor boyutlara ulaştırıyor.
Halkların Demokratik Partisi HDP temsilcilerinin çatışmasızlık ortamına geri dönülmesi çağrılarına rağmen, PKK, saldırı ve tehditlerini artırıyor. Türk kamuoyunda duyulan tepki de her geçen saat büyüyor.
Siyasi elit ve halk arasında, çatışmanın kurbanlarına ve çekilen sıkıntılara gösterilen küstahlık boyutlarındaki umursamazlık ve sesini yükseltenlere vurulan ‘taşkınlık’ damgası ise, herşeyden daha rahatsız edici. Çünkü, gelecekte barış şansını yokeden bu tür yaklaşımlar, kavganın kendisinden bile daha fazla yıkıcı olabiliyor.
Son günlerde medya üzerindeki denetimler sıkılaştırıldı. Bazı kent ve kasabalarda sokağa çıkma yasakları var. Cep telefonları ve internet üzerinden haberleşme engelleniyor. Güneydoğunun bazı yörelerinde elektrik kesintileri uygulanıyor.
Bu puslu havada, Cumhurbaşkanı Erdoğan, artık kendisiyle özdeşleştirilmeye başlanan taktiğine başvuruyor. Halkın istikrarsızlık ve terör korkusunu istismar ederek, daha da alevlendirerek gücünü pekiştiriyor.
Artık iyice anlaşıldı, ülke bir koalisyon hükümetine sahip olamayacak. Büyük olasılıkla erken seçime gidilecek.
Bu da Cumhurbaşkanının 7 Haziran’da partisi AKP’nin tek başına iktidara gelemediği, seçmenin başkanlık sistemine kırmızı kart gösterdiği oylamadan bu yana maharetle kurguladığı senaryonun gerçekleşmesi demek.
Recep Tayyip Erdoğan, 14 Ağustos’ta ” ister kabul edilsin ister edilmesin. Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişilmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun Anayasal olarak kesinleştirilmesidir” demedi mi?
Şimdi geriye kalan, fiili durumun kağıt üzerinde de onaylanması. Göz göre göre alevlendirilen etnik, mezhepsel çatışma ateşiyle yumuşatılan kitleler de her geçen gün bu mühürü vurmaya daha yatkın hale geliyor.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın