Türkiye’de hükümet, cumhuriyetin 100. yıldönümü olan 2023 yılında en büyük 10 ekonomi arasında yeralmayı hedefliyor. Siyasi belirsizlik ve giderek yayılan yolsuzluklar, bu konuda iyimser olmayı güçleştirmekte. Son zamanlarda, aynı ölçüde dikkate değer ve olumsuz bir gelişme ile daha karşı karşıyayız. Bilim ve yaratıcılığı refah ve büyüme stratejisinin köşe taşları haline getirmek yerine, hükümet, ülkenin bilim kurumlarına müdahaleyi ve siyasi baskıyı artırıyor.
Son aylarda yeniden şekillendirilen Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu TÜBİTAK, 6 Haziran’da Anayasal Suçlar Bürosu Savcısına sunduğu ve hükümete yakın isimlerin sızdırılmış telefon konuşmalarını içeren kayıtları ‘tamamen montaj’ diye niteleyen raporuyla, temel işlevi hükümetin arkasında durmak olan kurumlar arasında yerini aldı.
30 Mart yerel seçimleri öncesinde internette yayınlanan kayıtlar ve bir dizi yetkili, işadamı ve bakan çoçukları hakkında başlatılan yolsuzluk soruşturmaları, hükümet tarafından ‘kirli bir komplo’ olarak nitelenmiş ve reddedilmişti. .
Polis kuvvetleri ve yargıda gerçekleştirilen geniş kapsamlı görevden alma ve sürgünler, parlamentoda konunun aydınlatılmasına yönelik girişimlere konan engeller ve artan sansürün sonucunda , yolsuzluk iddiaları ana akım medyanın gündeminden büyük ölçüde düşürüldü. Ancak, iddiaların ortaya attığı sorular hala yanıt bekliyor. Kayıtları yapan ve sızdıranların gerçek amaçları kuşkusuz tartışmalı ama kayıtların içeriğine ilişkin şüpheleri giderecek ciddi bir kanıt henüz sunulamadı.
Eğer hükümet, masumiyetini kanıtlamak için son sözü TÜBİTAK’a bıraktığını düşünüyorsa, bunda başarılı olamadığı açık.
Kayıtları başka konuşmalardan kesilen hecelerin biraraya getirilmesiyle oluşan yeni kelimelerden oluşan cümleler diye tanımlayan raporda şöyle deniyor:
‘“Konuşma bütünlüğünü sağlamak için kelimelerin dahi parça hecelerden oluşturularak, istenen yeni kelimenin türetilerek ortaya çıkarıldığı ilginç bir uygulama ortaya konmuştur”
TÜBİTAK’ın raporunun ciddiyetini sorgulayanların başında, kurumdan bir sure önce uzaklaştırılan başkan yardımcısı Dr Hasan Palaz geliyor. Palaz, “Raporu hazırlayan 3 kişinin de bu konuda uzmanlığı yok. Büyük ihtimalle dışarda hazırlanan bu rapor içerde imzalatıldı. Bu hem içeriğinden hem de dilinden anlaşılıyor”diyor ve ekliyor ‘“Ben bu kadar işi bilmeyen insanlara bu raporu hazırlatacaklarını tahmin etmiyordum. Rapor çok kötü bir şekilde hazırlanmış. Raporun sonucu zaten elle tutulur değil. Dili de çok avam bir dille yazılmış. Büyük ihtimalle dışarda yazılan bu rapor içerde imzalatıldı. Zaten raporu hazırlayanlardan hiçbirinin uzmanlık alanı montaj konusu değil.’
Geçmişte kurum içinde konunun uzmanları bulunduğunu hatırlatan Dr Palaz, TÜBİTAK’ta son 3 ay içerisinde 90’ı aşkın üst düzey yöneticinin görevden alındığını, 30 üst düzey yöneticinin kurumdan atıldığını, alt kadrolarda da da yüzlerce kişinin uzaklaştırıldığını belirtiyor ve bir cadı avından sözediyor.
Bu, TÜBİTAK’ın faaliyetlerinin mercek altına alındığı ilk olay da değil. 2009 yılında kurumun bilim dergisinde, Charles Darwin hakkındaki bir makalenin yayınlanmasına engel olunmuştu. TÜBİTAK daha sonra da evrim teorisini destekleyen arşivindeki kitapların yayınlanmasını ve dağıtımını da durdurmuştu.
Başbakanlığa bağlı bir diğer bilimsel kurum da Türkiye Bilimler Akademisi TÜBA. 2011 yılında kurumun 17 üyesi, siyasi baskıları protesto ederek ayrıldı ve Bilim Akademisi diye anılan bir başka yapı oluşturdu. Bilim Akademisi, bilim adamlarının, bulgularını ve metodlarını çarpıtmadan, açık ve anlaşılır şekilde yayınlamakla sorumlu olduklarını, kaynakları ve referansları hakkında şeffaf davranmaları gerektiğini savunuyor. Hakem, jüri üyesi, bilim adamı ve akademisyenler olarak varılan sonuçların sadece ve sadece bilimsel kıstaslara dayandırılması gerektiğini belirtiyor.
Hükümetin kontrolündeki TÜBA’nın en son projesi, Türk Twitter’ı diye de anılan Çoçuk Platformu. 5-13 yaş grubundakileri hedefleyen proje, interneti ‘sosyal medyanın olumsuz etkilerinden arındırılmış şekilde’ kullanma ve anne-babalara tam denetim verilmesini öngörüyor.
Türkiye’deki bilim kurumları, temel bilimleri ihmal etmek, uygulamalı teknolojiye ağırlık vermekten dolayı da eleştiriliyor. Hükümet, TÜBİTAK’ın toplam bütçesini artırdı ama temel bilim dallarına ayrılan fonlar azaldı.
Türkiye, 12 Aralık 2012’de Avrupa Nükleer Araştırma Kurumu CERN’de tam üyelikten vazgeçti; gerekçe olarak da 35 milyon İsviçre frangı ya da 70 milyon TL aidatın yüksekliğini gösterdi. Bu yıl 12 Mayıs’ta Türkiye, CERN’le ortaklık anlaşması imzalayarak daha alt düzeyde bir katılımla yetinme kararı aldı.
Günümüzde bilim alanındaki bilgi ve uzmanlığın önemini tartışmak bile anlamsız. Bilim ve teknoloji alanında uzmanlığın olmadığı ülkelerde, ekonomik büyümenin sürdürülebilmesi mümkün değil.
Bilimin siyasi ya da dini nedenlerle yönlendirilmesi, bilim adamlarının baskı altına alınması ve bilginin kötüye kullanılması konusuna gelince, yakın tarih, bunun ne gibi tehlikeli sonuçlar doğurduğunu gösteren ve bir daha tekrarlanmaması gereken örneklerle dolu.
This post is also available in: İngilizce
Cahit Baylav says
30 Mart seçimleri öncesinde hükümet böyle bir sahte raporu yurt dışında bir kuruluştan almak için bir hayli uğraşmış ama başaramamıştı. Daha sonra yanlış hatırlamıyorsam ABD’deki ciddi bir kuruluş kayıtların montaj olmadığını saptamıştı.