Fransa’da bu yıl içinde meydana gelen üçüncü ve en büyük terörist saldırı ardından, pek çok kişi Avrupa’da hiç bir şeyin eskisi gibi kalamayacağını düşündü.
Sadece Fransa’da değil, Avrupa’nın tamamında güvenlik konusunda had safhaya ulaşan endişelerin yakın gelecekte atlatılacağına dair bir umut da yok.
Paris saldırısından birkaç gün sonra Hannover’da bir saldırı önlendi. Son altı ay içinde İngiltere’de de en az altı saldırının engellendiği açıklandığında, Avrupa’nın yeni bir vahşetin hedefi olabileceği korkusu iyice pekişti. Güvenlik uzmanlarına göre, sorulması gereken soru ‘acaba bir yenisi gelir mi’ değil, ‘ne zaman gerçekleşir’ olmalı.
Paris katliamının haftasında, batılı ülke vatandaşlarını hedef alan yeni saldırı, Avrupa’da değil, eski bir Fransız sömürgesi olan Batı Afrika ülkesi Mali’de yapıldı. Diplomatların, yabancıların kaldığı Radisson Blu oteline İslamcı militanlar tarafından düzenlenen baskın ve rehin alma olayında, en az 27 kişi öldü.
Eşine rastlanmamış boyutlara ulaşan İslamcı terörizm tehlikesine karşı eşgüdümlü ve etkili bir karşılık verebilmenin yollarını arayan Avrupalı içişleri bakanları, Cuma günü Brüksel’de acilen toplandı.
Pasaportsuz dolaşılan Şengen bölgesinde yeni denetimlerin yanısıra, Avrupa Birliğinin sınırlarında daha sıkı önlemler alınmasına ve istihbarat ağırlıklı bir güvenlik sistemi oluşturulmasına karar verildi. Kara para aklama ve terörizmin finansmanına karşı yeni adımlar atılması konusunda da görüş birliği sağlandı.
Büyük çaplı bir terör saldırısı ile karşı karşıya kalan Avrupa Birliği, varoluş ilkelerini gözden geçirip, etrafını surlarla çevirme eğilimi gösteriyor. Ancak acilen önlem alma güdüsü sadece sınır güvenliğiyle de sınırlı değil. Avrupa’da değişen dinamizm, diğer ülkeleri de etkileyecek kalıcı dış politika sonuçları da doğuracak.
Nitekim, şimdiden Rusya’ya karşı tutumda ve Suriye krizine ilişkin yaklaşımlarda gözle görülür ayarlar yapıldı bile.
Mülteci akınını durdurmaları için kamuoylarının artan baskısıyla karşı karşıya kalan Avrupa hükümetleri, Suriye krizini en kısa zamanda sona erdirmek için de çabalarını yoğunlaştırıyorlar.
Hem Avrupa’ya göçün çıkış kapısı hem de Suriye’deki çatışmanın ana oyuncularından biri olarak görülen Türkiye’nin eskisinden daha fazla mercek altına alınması kaçınılmaz.
Diğer önde gelen uluslararası aktörler gibi Türkiye’nin de son haftalarda Suriye politikasında değişikliğe gittiği düşünülüyor. Ancak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Paris saldırısı ardından yaptığı açıklamalara bakıldığında bu değişikliğin boyutları ve Türkiye’nin IŞİD karşıtı koalisyona katılımı konusundaki samimiyeti konusunda soru işaretleri belirdiğini de not etmek lazım.
19 Kasım’da İstanbul’da yapılan Atlantic Council Enerji ve Ekonomi Doruğunda konuşan Erdoğan, Paris’teki saldırının herkesi bir yol ayrımına getirdiğini kabul etti. Ancak Suriye konusunda üç konunun kendisi için önemli olduğunun bir kez daha altını çizerek, bunları uçuşa yasak bölge, terörizmden arındırılmış güvenli bölge ve eğit-donat programı olarak sıraladı.
Amerikalılar ve Avrupalılar, en son G20 toplantısında Türkiye’nin bu isteklerine arka çıkmayacaklarını açıkça ortaya koymamışlar mıydı? Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi ile zaten bu isteklerin gerçekçi yanı kaldı mı?
Cumhurbaşkanı, IŞİD ile Suriyeli Kürtlerin hareketi PYD arasında fark görmediğini de tekrarladı.
Bugün yaşanan krizlerin ve terör olaylarının baş müsebbibinin, kendi halkından 380 bin kişiyi katleden Esad rejimi olduğunu, devlet terörü estiren Esad’ın arkasında duranların da, en az onun kadar suçlu olduğunu söyledi.
Türkiye’nin politika değişikliğine, IŞİD’le mücadeleye öncelik vereceğine dair ipuçlarını burada da göremedik.
Paris saldırısı ardından Türkiye-Yunanistan futbol maçında seyircilerin Yunan milli marşı çalınırken ve Paris katliamında ölenlerin anısına bir dakikalık saygı duruşu sırasında ıslık çalıp, slogan atıp, tekbir getirmesi konusuna gelince. Cumhurbaşkanı, komşu ülke milli marşına saygısızlığı eleştirmekle beraber, Paris’te ölenler için sergilenen terbiyesizliğe hiç değinmedi.
Diğer NATO müttefikleri gibi Rusya’nın Suriye’ye askeri müdahalesine istemeye istemeye de olsa razı olan Türkiye, 20 Kasım Cuma günü, Rusya büyükelçisini dışişleri bakanlığına çağırarak, Bayırbucak Türkmenlerine yönelik hava saldırıları yüzünden sert bir protestoda bulundu. Bombardımanın derhal son bulmasını talep etti, aksi takdirde ciddi sonuçlar doğurabileceği uyarısı yaptı.
Bayırbucak Türkmenlerine Türkiye’nin verdiği desteğin gerçek niteliği, hassas bir konu. Türkmenlere insani yardım görüntüsü altında Suriyeli muhaliflere silah gönderildiği iddialarını ortaya atan gazeteciler ve nakliyatı sorgulayan askerler adli kovuşturmaya uğradı. Bu, Türkiye’de haber yasağı getirilen, üzerinde konuşulmasına izin verilmeyen konuların başında geliyor.
IŞİD’in petrolünü Türkiye üzerinden sattığı yolunda kuvvetli ve yaygın suçlamalara ek olarak, MİT’in Suriye’li İslamcı gruplarla bağlantıları konusundaki iddialar, Türkiye’yi yeterince töhmet altında bırakıyor.
Şimdi Türkiye ile Rusya, Bayırbucak Türkmenleri yüzünden ciddi bir münakaşaya tutuşursa, ortaya çıkabilecek ciddi sonuçlar neler olabilir?
Bana sorarsanız, Pandora’nın kutusu açılır ve Antalya’da, IŞİD’e finansal destek sağlayan 40 ülke arasında, G-20 üyesi ülkelerin de bulunduğunu söyleyen ama bunların hangi ülkeler olduğunu açıklamayan Rusya cumhurbaşkanı Putin, bizi meraktan kurtarır.
This post is also available in: İngilizce
shoresh Ararat says
güzel analiz olmuş ama bu son kısmına biraz katılmıyorum.
Türkmen meselesi, !
Türkiye genelde Türkmen’ler konusunu kullanır, fiiliyat kısmına gelince, genelde Türkmen’leri satar.
Kırım örneğine bakan bunu görür. ayrıca bu bu bayırbucaktaki Türkmen meselesi de ilk gündeme gelmiyor. daha öncede Tayyip reiz konuşmuş Alperen /Ülkücüler birkaç (yanliş(!)) yeri yumurtalamişlardı, Keza Çin’e de efelenip, 3-5 Doğu-asyalıyı Çinli diye (yanlişlıkla(!) linç etmişlerdi.
Sonuç, Seçimlerde ” Biiiz bayııır buuucak tüüürkmeenlerine yardım ettik, bizi karalıyorlar ” diyip saf Türkleri kandırdılar. işin hareket kısmı genelde sadece sözle olur.