Türkiye, nefret ve korku dolu bir cadı kazanı haline geldi. Erdoğan-Davutoğlu hükümeti ise, büyüyen öfke ve güvensizliği yatıştırmak yerine, bu tehlikeli karışıma yeni zehirler eklemekte.
Uluslararası alanda saygınlığı ciddi şekilde zedelenen, kasabaları, kentleri son onyılların en ciddi şiddet olaylarıyla sarsılan ülkenin hükümeti, hala suçu tamamen başkalarına atmaya çalışmakla meşgul.
Otuzdan fazla insanın öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı ve binden fazla bireyin gözaltına alındığı Türkiye, 1990’ların karanlık çatışma günlerini andırıyor. Yıllardır ilk kez, ordu kışlasından çıkıyor, sokağa çıkma yasakları konuyor. Üstelik çatışmaların kayda değer bir bölümü de etnik ve dini ayrılıklar temelinde gerçekleşiyor ki son günlerin olaylarının en fazla endişe uyandıran yanı da bu. Güneydoğu’daki olaylarda militan seküler PKK, Sunni İslamcı Kürt unsurlarla karşı karşıya geliyor. Bu karışıma büyük kentlerdeki Türk milliyetçi militanların Kürtlere saldırılarını, ana akım ve sosyal medyada giderek artan ırkçı, Kürt ve Suriye düşmanı yorumları da ekleyince, nasıl patlamaya hazır bir duruma gelindiğini görmek mümkün.
Buna rağmen, ülkenin yetkilileri ne zaman ağızlarını açsalar, ateşe adeta benzin döküyorlar. Bir yandan her zamanki paranoya bir yandan da giderek yalnızlaşan Türkiye’nin aynı hızla artan kibiri..
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, kendisine İslam devleti adını veren Irak ve Şam’da İslam Devleti IŞİD’in PKK’dan farkı olmadığını söylemesi, sınırın hemen ötesindeki Kobani’ye yönelik saldırılar karşısında hareketsiz kalındığı için zaten öfkeli olan Türkiye’nin Kürtlerini iyice germişti.
Şimdi de başbakan Ahmet Davutoğlu, izledikleri siyasete yönelecek en ufak bir eleştiriye bile tahamülü olmadığını açıkça ortaya koydu. Cuma günü, ülkenin ana muhalefet partisinin lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na susmasını emretmekle kalmayıp, son olaylar konusundaki eleştirilerinden dolayı ihanetle de suçladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bir adım daha ileri gidip, hem Halkların Demokratik Partisi HDP’nin hem de Cumhuriyet Halk Partisinin olayları kışkırttığını iddia etti.
Varolan memnuniyetsizliği n ve öfkenin boyutlarını anlamamakta direnen Cumhurbaşkanına göre, protestolar, doğuda ve güney-doğudaki barışçı ortamı, Kürtlerle yürütülen barış sürecini ve kardeşliği sabote etmeyi amaçlıyor.
Erdoğan, Türkiye’nin bölge meseleleri karşısında ilkeli ve dik duruşunun dünyada ve Türkiye’de bazı çevreleri rahatsız ettiğini söylüyor ve ekliyor: “Önce Türkiye teröre destek veriyor diye algı operasyonu yaptılar. Türkiye ekonomisine karşı başlattılar. Başarılı olamadılar. Kredi derecelendirme kuruluşlarını devreye soktular. Başarılı olamayacaklar”.
IŞİD karşıtı koalisyonun önde gelen üyeleriyle Suriye’de atılması gereken adımlar konusunda diplomatik söz dalaşını sürdüren Türkiye, geri adım atma yanlısı görünmüyor. Hem başbakan Davutoğlu hem de dışişleri bakanı Çavuşoğlu, Suriye’ye asker gönderilmeyeceğini tekrarladılar.
Uluslararası Kriz Grubu ICG’den Hugh Pope’un İngiltere’de yayınlanan The Guardian gazetesindeki son derece kapsamlı makalesinde de belirttiği gibi, Türkiye’nin meşru endişeleri var. Birleşmiş Milletler ve NATO çerçevesi dışında tek taraflı askeri bir müdahale, uluslararası hukuk açısından problemli. Türkiye’nin kendi sınırları içinde bulunan radikal İslamcı unsurların olası eylemlerinden çekindiği, özellikle de son üç yıl içinde giriş çıkışlarına gözyumduğu yabancı militanların oluşturduğu tehdidin farkında olduğu da biliniyor. Kaldı ki, son günlerin olayları, Türkiye’nin elinde palayla, kılıçla, sopayla saldıran, kafa kesmeye hazır kendi militanlarının olduğunu, İŞID’den önce bunlarla başetmesi gerektiğini de açıkça ortaya koydu.
Türkiye’de kamuoyunun Suriye’ye yapılacak bir askeri operasyonu destekleyeceğine dair bir işaret de bulunmuyor.
Türkiye’nin sürekli tekrarladığı Şam’da rejim değişikliği niyeti, müteffikleri tarafından paylaşılan bir öncelik değil. Fakat, ısrarlı olduğu bir diğer koşul, Suriye sınırı boyunca güvenli bir bölge oluşturulması talebine daha fazla sempatiyle yaklaşıldığını gösteren belirtiler var. Fransa şimdiden desteğini ilan etti. İngiltere ve Amerika Birleşik Devletlerinin de teklifi inceledikleri söyleniyor.
Türkiye üzerinde Kobani’ye asker göndermesi için varolan baskılar azalsa da, kentte IŞİD tarafından gerçekleştirilecek bir katliama seyirci kalamayacağı görüşü kuvvetleniyor. Son olarak Birleşmiş Milletler’in Suriye temsilcisi Staffan de Mistura, Türkiye’den Kobani’de Serebrenitza benzeri bir kıyıma engel olmasını istedi. Gönüllülerin sınırı geçerek Kobani’yi savunan Kürt savaşçılara destek olmasına izin verilmesi çağrısı yaptı. Bu, Türkiye’li Kürtlerin de temel taleplerinden biri.
Türkiye, sınırları içinde ve dışında bir güvenlik kabusuyla karşı karşıya. Böyle bir dönemde hükümetin muhalifleri tarafından dile getirilen endişe ve eleştirileri dinlemesi ve dikkate alması her zamankinden daha önemli.
Hapisteki Kürt lider Abdullah Öcalan’in olaylara son verilmesi çağrısı, etkili olmuşa benziyor. HDP de, kitleleri sokakta direnişe çağırırken hesaplayamadığı şiddet unsurunun artık farkına varmış olmalı ki, üslubunu yumuşattı.
Başbakan ve Cumhurbaşkanının hakaretlerine hedef olan siyasi parti liderleri de herşeye ragmen kitleleri sakinleştirmek için çaba gösterdiler.
Şimdi, ateşe benzinle yaklaşan yetkililerin, orantısız kuvvet kullanan ya da bizzat kışkırtan güvenlik güçleri ve ajanların da tavır değiştirmesi şart. Aksi takdirde gerilim, daha tehlikeli boyutlar alacak.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın