Türkiye’de Parlamento, nihayet demokrasi ölçütlerine ters düşen bir uygulamayı sona erdirdi. Kadın milletvekillerinin oturumlara başörtüsüyle katılmaları yasağını kaldırarak bir tabuyu kırdı.
Ülkede yıllardır süren resmi binalarda başörtüsü yasağıyla ilgili tartışma, iktidar partisi AKP’den dört kadın milletvekilinin türbanla Meclise gelmeleriyle yeniden alevlendi.
Hükümet, reform paketinin parçası olarak 30 Eylül’de devlet dairelerinde başörtüsü yasağını bazı istisnalar dışında kaldırmıştı. Yaygın bir şekilde haberleştirilen Hac seferleri ardından, dört AKP’li kadın milletvekili, Parlamentoya başörtüsüyle döneceklerini ilan ettiler. Medyaya yansıyan bazı konuşmalarında da ‘artık başımızı açıp kirlenmek ietemiyoruz’ dedikleri aktarıldı.
Ana muhalefet partisi CHP’nin eleştirel ama ölçülü, BDP ve MHP’nin de destekleyen konuşmaları sayesinde, 1999 yılında başörtüsüyle geldiği için Meclisten kovulan Merve Kavakçi hadisesine benzer bir olayın yaşanması önlendi.
Hükümet, başörtüsü tartışmasını gündemin başına taşıyarak oylarını artırmayı planladıysa, muhalefet bu defa pusuya düşmedi.
Muhalefetteki her üç siyasi parti, tartışmada, kadın milletvekillerini kürsüye çıkardı. Ama aralarında asıl parlayan, etkili konuşmasıyla CHP milletvekili Şafak Pavey oldu.
Pavey, bir kazada kolunu ve bacağını kaybettiği için protez bacakla yürüyen bir kadın. Meslesktaşlarının başörtüsü özgürlüğü üzerine konuşan Pavey’in Meclisin iç tüzüğü gereği protez bacağını örtecek pantalon giymesine izin verilmiyor.
Örtünme kararı alan AKP milletvekillerine bir itirazı olmadığını söylerken, onlardan kendileri gibi olmayanların haklarına da aynı hassasiyeti göstermelerini istedi. Başı açık kadınlar kadar, Alevilerin, Hristiyanların haklarını hatırlattı.
Pavey konuşmasında 5 yaşında örtünmeye zorlanan, 15 yaşında evlendirilen kız çoçuklarından bahsetti ve ‘Türbanla özgürlük ilişkisi bıçak sırtı gibidir. Bir yandan inanç özgürlüğünü temsil eder, öte yandan inanç baskısını. Birçok kadın inanarak örtünürken, birçok kız kendilerini kontrol eden aile güçleri tarafından zorla kapatılırlar’ dedi ve ekledi: ‘. İnanç özgürlüğünün en büyük güvencesi, geleceğimizi dini rehberlikle kontrol etmek değil, kusursuz bir sekülerizmdir’.
Hükümeti, kibrinden ötürü kendisine benzemeyenlerin sesini duymamakla, özgürlükleri birer birer yoketmekle suçlayan CHP milletvekili, Olimpiyatlar için hazırlanan tanıtım filminde hiç başörtülü kadına yer verilmemesine atıfta bulunarak ‘bizi yok ettiğinizde; gelecek olimpiyat tanıtımına kimi koyacaksınız?’ diye sordu.
DOĞRU YÖNDE ATILMIŞ ADIM
Her bireyin özel hayatında ve kamuda din ve inanç özgürlüğünü yaşama hakkı vardır. Türkiye’nin başörtüsü yasağı gibi temel hak ve özgürlükleri ihlal eden uygulamalara son vermesi zamanı çoktan gelip geçmişti.
Başörtüsünün bir siyasi simge olarak kullanıldğı argümanına gelince. Demokrasilerde nefret söylemi ve şiddete teşvik içermediği sürece siyasi simge kullanmak da bir haktır.
Evrensel bir değer ve hak olan din ve inanç özgürlüğünü koşulsuz olarak savunurken, aynı zamanda inanmama, dindar olmama özgürlüğünün de ateşli bir savunucusuyum.
İktidar partisi AKP’nin çoğunlukçu demokrasi anlayışının ülkede yönetimi nasıl giderek daha otoriter hale getirdiği ortada. Dini özgürlüklere de çoğunlukçu yaklaşıldığını görmek için Alevilerin ve azınlıkların durumuna bakmak yeterli. Azınlık vakıflarının mal varlığı ve din adamlarının eğitimi konusundaki sorunları giderilmedi. Alevilerin cemevlerinin ibadet alanı olarak görülmesi talebi de karşılanmadı.
Başbakan Erdoğan ve bakanlarının yaşam tercihine karışılmadığı yolundaki konuşmalarına ragmen, kadınların muhafazakar dini baskılarla karşılaştığını, özellikle de küçük şehirlerde mahalle baskısının ne kadar yoğun olduğunu açıkça görmek mümkün.
Bir bakanın ağzından çıkan cümle üzerine, yakası fazla açık olduğu gerekçesiyle bir kadın sunucunun televizyon kanalındaki görevine son verilebiliyor.
Liselerde kız ve erkek öğrenciler ayrı merdivenler kullanmaya zorlanabiliyor. İlahiyat uzmanları televizyonlarda hamile kadınlara sokaklarda dolaşmamalarını telkin edip, cinsiyet eşitliğinin aile değerlerine ters düştüğünü, eş diye bir kavramın kabul edilemeyeceğini, kadının ancak zevce olabileceğini söylüyor.
Başbakan dindar bir nesil istediğini bildirirken, kadınlara en az kaç çoçuk doğurmaları gerektiği talimatını verebiliyor.
Kadınlar kadar toplumda eşcinseller ve diğer marjinal gruplar da bu baskılardan payını alıyor.
Erkek kadın eşitsizliğin giderek artması, Türkiye’yi dünyanın önde gelen büyük ekonomileri arasına sokma hedefindeki hükümeti endişelendirmişe benzemiyor. Son yıllarda hemen her uluslararası araştırmada kadın hakları ve fırsat eşitiğinde gerilediği görülen Türkiye, Dünya Ekonomik Forumunun Ekim ayında yayınlanan Cinsiyet Endeksinde de 136 ülke arasında 120ci sıradaydı.
Din ve inanç özgürlüğünü, kadınların istedikleri gibi giyinme hakkını sonuna kadar savunurken, özgürlükleri pahasına ölümü göze alacağınız insanların size aynı hakkı reva görmeyebileceğini bilmeyecek kadar naif de değilim elbette.
Br kadın olarak laik olmayan bir Müslüman ülkesinde yaşamanın ne olduğunu biliyorum. Bazılarında yaşadım, pek çoğunda seyahat ettim. Hiçbirinde kadınların, çoçukların dini azınlıkların ya da inanmayanların tam olarak eşit ve özgür yaşadıklarına tanık olmadım.
Kadınların serbest giyimine konan yasakları kaldıranları alkışlıyorum. Aynı zamanda, toplumsal ve dini baskılar altında, isteyerek ya da zorla, çarşafın, burkanın arkasına gizlenerek yaşayan bir kadın olmanın ne anlama geldiğinin de açık sözlü ve cesurce tartışılmasını istiyorum.
Kadınların kültürel gerekçelerle cinsiyet ayrımına tabii tutulmalarına ve dini nedenlerle boyunduruk altına alınmalarına karşı açıkça tavır alınmalıdır.
Türkiye’de asıl yıkılması gereken tabu da budur.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın