Türkiye’de ifade özgürlüğüne ilişkin endişeler uzun süredir gündemde ancak boyutları son yıllarda giderek artmakta. Düşüncelerin dile getirilmesi, kamuoyunun bilgilendirilmesi her geçen gün daha da zorlaşıyor. Özellikle de Terörle Mücadele Yasasının, eleştirel seslerin susturulması için sistemli olarak kullanıldığına tanık olunuyor.
Medyanın durumu şu anda olduğundan daha da kötü olamaz herhalde derken, biz gazetecileri bekleyen daha büyük tehlikelerin varlığını kanıtlayan yeni bir ifşaatla karşı karşıyayız.
Üstelik en korkutucu yanı, hukuka uyulmasını garanti etmekle yükümlü kurumların, yasaların çiğnenmesine göz yummak bir tarafa bizzat işbirliği yaptıklarına dair kuşku.
Gazetecilerin haklarını koruması gereken mahkemelerin, haberalma örgütüyle elele verip bu hakları birlikte çiğnediklerinden sözediliyor.
T24, Türkiye’deki nadir bağımsız haber kaynaklarından biri. Milli İstihbarat Teşkilatının müsteşarı Hakan Fidan’ın imzasını taşıyan ve ‘Türkiye’nin Watergate’ı’ diye nitelebilecek bir belgeyi yayınladı.
http://t24.com.tr/haber/mit-sahte-isimle-gazeteci-dinlemeyi-hakimlerle-koordineli-yaptik/244513
Sözkonusu belgede, 2008-2009 yıllarında, o sırada Taraf Gazetesinde çalışan Ahmet Altan, Yasemin Çongar, Markar Eseyan, Amberin Zaman ve Mehmet Baransu ile Prof. Mehmet Altan’ın telefonlarının, sahte isimlerle çıkarılan mahkeme kararları ile dinlenmesine dair daha önceki ifşaat ardından savcılığın yaptığı soruşturma izni talebinin reddedilmesi isteniyor ve gerekçeleri sıralanıyor.
Gazetecilerin telefonlarının dinlenmesi için mahkemeye yapılan izin başvurusunda yabancı dillerde kod isimler kullanılmıştı.
T24’e sızan belgede, Hakan Fidan, ‘”MİT’in, sahte isimlerle mahkemeleri kandırarak değil, hâkimleri koordine ederek dinleme kararları aldırdığını’ belirtiyor.
MİT’in mahkemeleri aldatmak gibi bir kastı olmadığının, gizli servis çalışmalarının doğası gereği bu tür faaliyetlerin gizli yürütülmesi gerektiğinin bilincinde olan hakimlerle eşgüdümlü olarak gerçekleştirildiğinin altı çiziliyor.
Burada sorulması gereken soru, mahkemelerin, adlarını bilmedikleri gazetecilerin telefonlarının dinlenmesi için izin vererek, anayasal güvence altındaki haberleşme özgürlüğünün çiğnenmesine bizzat ortak mı oldukları.
Bir başka endişe verici detay, gazetecilerin telefonlarının neden dinlenmek istendiğine dair. Yabancılarla yoğun ilişkileri bulunan gazetecilerin yabancı gizli servislerle temasta bulunup bulunmadıklarını ortaya çıkarmak amacıyla izlendikleri kaydediliyor.
Bugüne kadar gazetecilerin tartışmalı delillere dayandırılarak aylar, yıllarca tutuklu kaldıklarına tanık olduk. Kimileri, gazetecilik faaliyeti yüzünden ömür boyu hapis cezalarına çarptırıldı. Ağır ceza ve asliye mahkemelerinde yasal sürecin, hükümete eleştirel yaklaşan gazetecileri susturmak için adeta bir cadı avcılığına çevrildiğini gördük.
Soruşturmalar, davalar ülkede zaten iyice yaygın hale gelen otosansürü daha da pekiştirdi. Yetkililer, siyasetçiler, karşıtları olarak gördükleri gazetecileri, yazarları açtıkları davalarla sindirmeye çalıştılar.
Bianet’in Temmuz, Ağustos, Eylül gözlem raporuna gore, geçen yazın Gezi protestolarından beri 48 gazeteci fiziki şiddete uğradı, 11 gazeteci gözaltına alındı. Ekim 2013 itibarıyla 66 gazeteci ve 27 yayıncı tutuklandı. 28 medya mensubuna toplam 329 yıl 2 ay ve bir ömür boyu hapis cezası verildi.
T24’ün yayınladığı MİT belgesinin, zaten zehirli olan medya ortamında hissedilen baskıyı daha da artıracağına kuşku yok.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın