Türkiye’de tek adam rejimi mi kuruluyor?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dün müteffiki bugün düşmanı olan İslamcı rakiplerine karşı gerçekleştirdiği manevraları izleyenler, şu sıralarda bu soruyu soruyor.
Oysa Türkiye, uzun zamandır, her önemli konuda son sözü başbakanın söylediği ve parti çıkarlarının herşeyin önünde tutulduğu keyfi bir hükümet tarafından yönetiliyordu.
Sadece bazılarının, Türkiye’de özgür bir düzenin köşetaşlarını oluşturan kurumların nasıl yavaş yavaş ve sistemli olarak zayıflatıldığını görmeleri biraz uzun sürdü.
Hesap sorulmayan, şeffaf olmayan bir toplumda, sandık ve halkın tercihinin yetmeyeceğini kavramak zaman aldı. Demokrasilerde hükümetlerin mercek altına alınmasının, hesap vermeye zorlanmasının da önemli olduğu nedense görmezden gelindi.
Türkiye’de kamunun bilgilenme hakkı, medya üzerindeki ağır baskılardan ötürü ne zamandır sınırlı. Terörizmle mücadele başta olmak üzere ifade özgürlüğünü sınırlayan yasal düzenlemeler, ekonomik ve siyasi baskılar ve bazen de şiddet tehdidiyle karşı karşıya kalan gazeteciler, hükümetten hesap sorma görevlerini çoğu zaman yerine getiremediler.
Sendikalar, işveren kuruluşları ve insan hakları savunucuları, hükümete yönelik eleştirilerde bulunduklarında bizzat başbakan tarafından susturuldular, azarlandılar.
Özerk bir denetim mekanizması olması gereken Ombudsman kurumunun başına, insan hakları davalarında kötü bir karneye sahip bir yargıç getirildi.
Muhalefet partileri, siyasi sürecin kıyısında kenarında tutuldu, her hafta parti kurulu konuşmalarında bizzat başbakanın ağzından hakaretlere hedef oldu.
Adalet ve Kalkınma Partisinin yönlendirdiği Parlamento, yürütmeyi denetleme yetkisini gereği gibi kullanmadı.
Hükümet karşısında yasal açıdan denetleme dengesini sağlayacak olan yargı, İslami bir cemaatin sızmasına ve bağımsızlığına gölge düşürmesine engel olamadı. Türkiye’nin geçmişindeki karanlık sayfalara ışık tutabilecek Ergenekon ve Balyoz davalarını, düzmece kanıtlar, adaletsiz uygulamalarla karşıtlarına karşı yürütülen bir cadı avına çevirdi. Halkın yargıya olan güvenini ciddi şekilde sarsttı.
Yargının eksikliklerine, kolluk güçlerinin istismarlarına işine geldiği sürece göz yuman iktidar, şimdi aynı güçlerin hedefinde.
Birbirini denetlemek ve dengelemekle görevli, bağımsız olması gereken kurumlar, birbiri üzerinde hakimiyet kurmak için savaşa tutuşmuş durumda.
Bugün Türkiye’de tanık olduğumuz, tarafların kendi çıkarları doğrultusunda yasaları çiğnemesi ve ellerindeki gücü kötüye kullanmasından ibaret.
Bu süreç içerisinde, eski ittifaklar çözülüyor, yeni koalisyonlar kuruluyor.
Başbakan Erdoğan’ın, hükmetine karşı darbe girişiminde bulundukları gerekçesiyle mahkum edilen askerlerin yeniden yargılanmasına yeşil ışık yakmasından birkaç gün sonra, askeri savcının aldığı Uludere kararı, bunun en iyi örneği.
28 Aralık 2011’de Türkiye-Irak sınırı yakınındaki Uludere’de 34 sivilin öldürüldüğü bombardımanı, görev sırasında önlenemeyen bir yanlışlık olarak niteleyip, verilecek bir hesabın olmadığına hüküm getiren askeri savcılığın kararı, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün deyişiyle , ‘Türkiye’de devletin sivilleri öldürebileceğini ve bundan dolayı hesap vermek zorunda olmayacağını’ bir kez daha gösterdi. Dispatches: Impunity and Cover-Up in Turkey
Türkiye, tek adam yönetimi mi oluyor sorusuna geri dönersek…
Şu anda olan, Türkiye’nin Putinleşmesi diye nitelenen durumdan daha da tehlikeli.
İktidara susamiş iki İslamcı gücün koalisyonu dağılırken, ortaya daha baskıcı ve endişe verici yeni bir işbirliği çıkıyor.
Saklayacak çok şeyi olan ve üstünü örtmek için ele ele vermeye hazır olanların koalisyonu.
This post is also available in: İngilizce
Mehmet Hamurkaroğlu says
Gerçekçi tespitlerinden dolayı kutlarım.