İngiltere’de, Ateşkes Gününün yıldönümünden bir önceki Pazar günü, bu yıl 10 Kasım’a rastladı. Yaşadığım bu ülkede, savaşlarda ölenlerin anısına saygı duruşuna katılırken, aynı saatlerde anavatanımda tamamen farklı bir anma töreni gerçekleşiyordu.
10 Kasım’da Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümünde, bu yıl da her zaman olduğu gibi devlet erkanı, Anıtkabir’deki törende yerlerini almıştı. .
Ama ölümünün 74ci yıldönümünden geriye kalan en güçlü izlenim, gün boyunca ellerinde bayraklarla Anıtkabir’e akın eden 1 milyon kişinin yarattığı kırmızılıktı.
Burada, İngiltere’de de kırmızı her yerdeydi. Anma Gününün sembolü olan ve İngilizlerin yakalarına taktıkları gelincik rozetleri, gelincikten yapılmış çelenkler Dünya savaşlarında ve onu izleyen çatışmalarda akıtılan kanı temsil ediyor.
Savaş, genelde tartışmalı bir konu olsa da, ülkenin savunması için ölenlerin anıldığı tören, İngilizleri şükran duygusunda birleştirmeyi başarıyor.
Buna karşılık Türkiye’de ulusal günler ve anma merasimleri, son yıllarda giderek daha tartışmalı hale geliyor.
En dikkat çeken itirazlar da Atatürk’ün ölüm yıldönümü olan 10 Kasım’da dile getiriliyor.
Yetkililerin şükran ve minnet konuşmaları, her geçen yıl daha samimiyetsiz görünürken, bireysel haklarının tehlikeye girdiğinden endişelenen kesim, Atatürk’ün anısına daha fazla sarılıyor. İslamcılığın kamu yaşamındaki yerinin genişlemesinden ne kadar çok korkulursa, Anıtkabir’e akın edenlerin sayısı da o kadar artıyor.
Atatürk etrafında bir kült oluşturulması, daha çok askerlerin öncülük ettiği bir demokrasi arızasıdır Türkiye’de. Ama, Atatürk’ün anısına saygısızlık da, darbecilik günlerini geride bırakmış olmayı uman Türkiye’de özlenen türden bir ilerleme işareti olmasa gerek.
Bu yıl da kendilerini Ata’nın askerleri’ diye adlandıran insanlar, ‘dön gel de düzelt bu memleketi’ diye haykırdılar.
Karşı tarafta giderek militanlaşan kesim için ise, ülkenin her sorununun altında Kemalizm yatıyor.
Bu yıl bir adım daha ileri giderek, agresif bir İslamcı çizgi izleyen Akit gazetesine, ‘Olmasaydı da Olurduk’ diye ilan verdiler.
Bu iki uç arasında, Türkiye’de gidişattan ciddi şekilde endişe duyan insanlar da var. Onlar için, ölümünün üzerinden 75 yıl geçmesine ragmen Mustafa Kemal Atatürk hala yiğit, onurlu başkaldırının güçlü bir sembolü.
Başbakanın yanılmaz, şaşmaz olduğuna inanan taraftarlarının aksine, endişeli kesim, Atatürk’ün modern dünyayı anlamaktaki uzak görüşlülüğü, jeopolitik zekası ve stratejik vizyonuna sahip bir lider göremiyor günümüz Türkiye’sinde.
Becerikli bir politikacı ve gerçekçi bir devlet adamı olan Atatürk, Türkiye’yi işgal ve savaşın yıkıntısından bölgesinde saygı duyulan bir güç haline dönüştürdü.
Oysa, günümüzün politikacılarının hevesleriyle dünya gerçekleri arasında büyük bir uçurum var. Türkiye’yi global güç haline getirmeye çalışırlarken, varolan bölgesel nüfuzunu zayıflatıyorlar.
Atatürk işgal altında, dört bir yanı düşmanlarla çevrili bir ülkeye lider oldu, öldüğünde Türkiye’ye düşman olan ülke kalmamıştı.
Bugünün ‘komşularla sıfır problem’ özleyen siyasetçileri ise kendilerini dost diyecekleri kimsenin kalmadığı bir bölgede buluverdiler.
Günümüzün bazı liderleri ve onların ikinci sınıf danışmanlarının tersine, Atatürk bir entellektüeldi. Avrupa’da Aydınlanma çağının insanıydı.
Yaklaşımı eşitlikçi, reformları radikaldi. Türkiye için öngördüğü vizyonun merkezine laiklik prensibini koydu. Şeriattan uzaklaşarak, medeni kanunun benimsenmesinin yolunu açtı. Bu da Türkiye’de kadının haklarına kavuşmasını sağlayan en önemli adım oldu.
Atatürk’ten 75 yıl sonra, Türkiye’de kadınların iş hayatına katılım oranı son yirmi yıldır inişte. Kadının toplum içindeki konumunda da ciddi gerilemeler var.
Atatürk yıktığından fazlasını inşaa etmiş bir lider. Modern Türkiye’nin belli başlı kurumlarının hemen hepsinin temelleri, onun zamanında atıldı.
Kuşkusuz Atatürk’ün ve Cumhuriyetin sorgulanması gereken pek çok yanı var. Kültür devrimlerinin bir kısmı aşırı ve gerçekçi olmayan adımlardı. Asimilasyon politikası başarılı olmadı. Homojen bir ulus yaratma amacıyla, Hristiyan nüfus dışarı atıldı. Bir yandan din zenginliği kaybedilirken bir yandan da ülkenin kuvvetle ihtiyaç duyduğu kalifiye insan potansiyeli yokedildi. Kürt kimliği tanınmadığı için hala devam eden çatışmanın temelleri atıldı.
Ama Atatürk’ün karşıtları için bunlar öncelikli sorunlar değil. Onların en büyük derdi, hep dinin devlet işlerinden dışlanması olageldi.
Bugün tanık olduğumuz siyasi İslamcılığın çoğulculuk ve demokrasi açısından yaptığı tahribatı gördükçe, Atatürk’ün bu alandaki mirasını daha çok takdir ediyorum.
Türkiye’nin gerçekten demokratik bir toplum olması isteniyorsa, tarihiyle dürüst bir şekilde yüzleşmesi, yeniden değerlendirmesi ve eleştirmesi şart. Buna önderlerin objektif şekilde değerlendirilmesi de dahil.
Atatürk, kusursuz bir lider değildi. Zaten yanılmayan lider yoktur.
Bir kez daha bu yıl, Atatürk’ün ölüm yıldönümü sevimsiz, yakışıksız tartışmalara sahne oldu. 10 Kasım’da yakalarına gelincik takıp, ‘Unutmayalım, unutturmayalım’ diyen İngiltere’den fersah fersah uzaktaydı Türkiye.
Gazetelere verilen ilanlarda ne denirse densin, en azından bir kadının kalbine silinmez mürekkeple yazılı kalacak Atatürk’ün adı. Çünkü, o olmasaydı, bugün bu yazıyı okuyor olmayacaktınız.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın