İngiltere’de son günlerde her zamankinden daha çok Türkiye konuşulmaya başlandı.
Dışişleri Bakanlığının Türkiye ile ilgili en son seyahat uyarısında vatandaşların artan güvenlik tehditlerine karşı dikkatli olmaya çağrılması, özellikle bulvar basınında sansasyonel haberlere yol açtı. Halihazırda, İngilizlerin Türkiye’ye sehayat planlarında kayda değer bir değişiklik belirtisi görmüyorum ama “IŞİD tehdidi altındaki Türkiye’de milyonlarca turist terör tehlikesiyle karşı karşıya” başlıklı haberin huzursuzluk yarattığı da yadsınamaz.
Türkiye ile ilgili yorumların çoğu, IŞİD sempatizanlarının Türkiye üzerinden Suriye’ye gitmeye devam etmeleri etrafında odaklaşıyor. Son olarak Bradford kentinden üç kızkardeşin dokuz çocuklarıyla birlikte Türkiye’ye vardığı ve oradan da Suriye’ye geçmeyi başardıkları haberi, Türk haberalma servisiyle Suriye’de savaşan cihatçılar arasında gizli bir dayanışma ve işbirliği olabileceği şüphelerinin yeniden dile getirilmesine neden oldu.
The Times gazetesi Türkiye sınırı yakınındaki Tel Abyad’ın Kürt kuvvetlerinin denetimine geçmesi ardından ‘ Yenilen cihatçılar sakallarını kesip Türkiye’ye girdiler’ başlıklı bir haber yayınladı.
Ama hem kamuoyu önünde hem de kapalı kapılar arkasında konuşulanlar daha geniş kapsamlı ve her zamankinden daha sarsıcı. Yıllardır Türkiye’nin ve AKP hükümetinin en hevesli destekçileri olanları da dahil, bir kısım kaynağımdan giderek daha fazla ‘Türkiye gerçekten nerede duruyor’ sorusunu işitmeye başladım.
Suriye’de Beşar Esat’a karşı başkaldırının başladığı 2011 yılından bu yana Türkiye’nin Suriye’deki gelişmeleri yanlış okuduğu, yanlış hesaplar yaptığı yolunda eleştiriler kibarca ama devamlı dile getirilmekteydi. Kobane’den önce de Türkiye’nin Suriye’deki durumdan ötürü meşru ulusal güvenlik endişeleri olableceği büyük ölçüde kabul görüyor, sempatiyle karşılanıyordu. Ama son haftalarda, Türkiye’ye karşı tutumda gözle görülür bir değişim var.
The Financial Times yazarı David Gardner Tel Abyad’ın Kürtler tarafından ele geçirilmesini IŞİD’e karşı önemli ve gerçek bir kazanım olarak görüyor. Fakat NATO müttefiği Türkiye’nin (ya da daha doğru bir deyişle cumhurbaşkanının) bu gelişmeye tepkisini ‘şaşırtıcı, sarsıcı bir akıl tutulması’ olarak niteleyip, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın saygınlığına gölge düşüren bir dizi büyük yanlışın sonuncusu’ diye eleştiriyor.
‘Cumhurbaşkanı Erdoğan, kimin tarafında?’ sorusunu soran sadece FT yazarı David Gardner da değil.
Türkiye’de görev yapmış ve hala yakın bağları olan bir batılı diplomat, bu hafta giderek daha fazla sorulan soruyu bana şöyle ifade etti: “Otoriter ve İslamcı bir Türkiye’nin hala aramızda ne işi var? Barışçı bir Avrupa ile şiddete boğulmuş bir Orta Doğu arasında Türkiye nerede durmak arzusunda?”
7 Haziran genel seçiminde Adalet ve Kalkınma Partisinin parlamentoda çoğunluğunu yitirmesi ardından Türkiye’nin dış politikasında değişiklik beklentileri dile getirilmeye başlanmış, en azından cumhurbaşkanının dış politika üzerindeki tekelinin kırılacağı düşünülmüştü. Ancak Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin IŞİD karşısında sağladıkları üstünlük konusunda cumhurbaşkanının olumsuz tepkisi, başbakan yardımcısı Bülent Arınç’ın da benzer demeciyle biraraya gelince , bu varsayımın fazlasıyla erken ve yersiz olduğu anlaşıldı. AKP yanlısı Yeni Şafak gazetesinin genel yayın müdürü İbrahim Karagül’ün Salı günkü köşe yazısında Türkiye’yi imha planından sözetmesi ve Suriye’ye askeri müdahale önermesi de gözlerden kaçmadı.
Son bir hafta içinde 23 bin mültecinin daha girdiği Türkiye’de, istikrarlı bir hükümete yakında kavuşma olasılığının da ne kadar zayıf olduğu gözönünde tutulduğunda, önümüzde hepimizi belirsiz bir gelecek beklediğini söylemek herhalde yanlış olmaz.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın