Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu tehlike ve sorunların büyüklüğü konusunda kuşkusu olan kaldıysa, Çarşamba günü Ankara’da meydana gelen intihar saldırısı sanırım yeterince ikna edici olmuştur. Bir yıldan kısa süre içinde gerçekleştirilen beşinci terör saldırısında, başkentin kalbinde, çoğunluğu asker 28 insan canverdi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, saldırıdan Suriye Kürt Demokratik Birlik Partisi PYD’nin silahlı kanadı YPG’yi sorumlu tutu. Ama, aynı zamanda Suriye rejiminin ve Rusya’nın da rolü olduğunu savundu ve bu iki ülkeyi, PKK ve PYD’yi Türkiye’ye karşı piyon olarak kullanmakla suçladı.
Türkiye’nin NATO müttefiği Amerika Birleşik Devletleri de eleştirilerden payını aldı. Davutoğlu, IŞİD’e karşı mücadelesinde PYD’yi müttefiği olarak gören Amerika’ya ‘Türkiye, kendisini kalbinden vuran bir terörist örgütle bağlantısı bulunan hiç bir NATO mütefiğini hoşgöremez’ diye çıkıştı.
Suriyeli Kürtler, Ankara saldırısında parmakları olduğu suçlamasını reddediyorlar. Rusya da herhangi bir terörist örgütle bağlantısı bulunduğu iddiasını kabul etmiyor. Hem YPG hem de Suriye rejimi, Türkiye’nin Suriye’ye müdahale için bahane yaratmaya çalıştığını ileri sürüyor.
Türkiye, saldırının YPG tarafından gerçekleştirildiğine dair elinde kesin kanıtlar olduğunu söylemekte. Nitekim, bunlar, Ankara’da bir grup büyükelçiye de sunuldu. Şu ana kadar Amerika Birleşik Devletlerinin ikna edilebildiğine dair bir belirti yok. Basına sızan bilgilere bakılırsa, diğer büyükelçiler de tatmin olmadılar.
Türkiye’nin çok sayıda ve son derece ciddi tehditlerle karşı karşıya bulunduğu açık. Hem içte, hem dışta karşılaşılan tehlikelerin gerçek olduğu da kesin.
PKK’dan Suriye rejimine, Türkiye’nin düşmanlarının da ne tür insanlık dışı uygulamalara kadir olduklarından kimsenin şüphesi yok.
Suriye’deki savaşın olumsuz etkilerinden en fazla zarar gören ülke, Türkiye. En ağır yük onun omuzunda. Türkiye’nin dış politika tercihlerine en eleştirel yaklaşanlar bile, bu konuda hakkını veriyor.
Türkiye’nin Suriye’de hataları olduğu doğru. Özellikle ilk zamanlarda, krizin ne kadar derin ve karmaşık olabileceğini kavrayamadı. Fazla uzamadan sonuçlanacağını, mültecilerin de evlerine döneceğini varsaydı. Ama bu tür hataları yapan tek ülke Türkiye değildi. İngiltere’nin Uluslarası Kalkınma Kurumu DfID’in Suriye krizine yaklaşımını değerlendiren en son bağımsız rapora bir bakın. Benzer hataların ne kadar yaygın olduğunu göreceksiniz.
Peki o zaman neden Türkiye’nin hataları daha fazla göze batıyor? Niçin Türkiye, her zamankinden daha yalnız? Neden dünyaya haklılığını kabul ettiremiyor? İstediği, beklediği desteği bulamiyor?
Merkezi Vaşington’daki Wilson Centre’dan Amberin Zaman’ın Foreign Policy de yayınlanan son makalesinde de dikkat çektiği gibi, PKK, geçmişte sık sık askeri konvoylara saldırı düzenledi. Bu yüzden de Ankara saldırısında şüpheli olarak görülmesi son derece doğal.
Üstelik, PKK ile PYD’nin organic bağları konusunda Türkiye haksız değil. Kaldı ki, TAK gibi, örgütten kopmuş yan grupların da benzer saldırıları gerçekleştirebilme kapasitesinin varolduğu biliniyor. Özellikle de Türkiye’deki güvenlik zaafları gözönüne alındığında.
Türkiye’nin sunduğu delillerin ne kadar sağlam olduğu konusunda yorum yapabilecek bilgilere sahip değilim ama bu delillerin kuşkuyla karşılanması hatta bazıları tarafından hemen reddedilmesinin nedenleri üzerinde tahmin yürütebiliyorum.
Meşhur yalancı çobanla kurt hikayesini bilirsiniz. Türkiye, maalesef geçmişte yalancı çobanlık yaptı.
10 Ekim 2015ite Ankara Garında 100’den fazla insanın can verdiği saldırıdan hemen sonra PKK’nın adını andı. Suruç ve Sultanahmet Meydanı saldırılarında olduğu gibi, ilk Ankara saldırısının ardında da sonuçta IŞİD’in parmağı bulundu.
Çarşamba günki saldırı ardından, daha önceki katliamlarda olduğu gibi, hemen yayın yasağı getirildi. Gerçeği öğrenmek için değil de resmi söylemin ne olacağını anlamak için bekledik.
Ülkenin medyasının ağır sansür, yargı organlarının hükümet boyunduruğu altında olduğu, parlamentonun etkisiz hale getirildiği Türkiye’de, liderlerin yaptıkları açıklamaların sorgulanması kimseyi şaşırtmasın.
Çünkü artık, hükümetin Suriye politikasında şeffaf olmadığı herkesin malumu. Suriye’deki cihatçı gruplara MİT tarafından silah gönderildiği iddiasıyla belge yayınlayan iki gazeteci, Can Dündar ve Erdem Gül, 86 gündür hapiste. Savcıların ağırlaştırılmış müebbet hapis istediğini dünyada duymayan kaldı mı?
Oysa, daha bu hafta, Financial Times gazetesi YPG’nin bulunduğu bölgeye doğru 400 cihatçının Türkiye sınırından suriye’ye geçiş yaptığını haber verdi. Agence France-Presse AFP ise, 17 Şubat tarihinde geçiş yapanların sayısını 500 olarak duyurdu ve hepsinin silahlı olduğunu bildirdi. Türkiye’de bazı televizyonlar da haberi övünçle sundular.
Kendimizi aldatmayalım. Artık bugün, Türkiye hükümetinin ciddi bir saygınlık sorunu var.
İçeride hesap vermekten kaçındığına, dışarıda da güvenilmez olduğuna dair güçlü bir kanı yerleşti.
Müttefikleri ve ve dostlarına en fazla ihtiyaç duyduğu zamanda, inanılmadığından şikayetçiyse, kendisinden başka suçlayacak kimsesi yok.
This post is also available in: İngilizce
Bir cevap yazın